Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

KENDİLERİNE “Barış İçin Akademisyenler” diyen bir grup akademisyen, Güneydoğu’da sürüp giden sokağa çıkma yasakları ve can kayıpları için bir bildiri yayınladılar.

İçeriğine katılıp katılmamak ayrı bir konu.


Demokratik bir ülkede yaşadığımızı varsayıyorsak her görüşün açıklıkla ortaya konulmasından yana olmamız lazım.

Yeter ki şiddeti övmesin, şiddete yöneltmesin, her türlü görüş açıklanabilir, insanlar bir araya gelerek ortak bir fikri savunabilirler.

Akademisyenlerin bildirisinde de şiddeti öven herhangi bir satır yok.

Elbette ortaya konulan her görüş de eleştirilebilir.

Bu da aynı fikir özgürlüğünün verdiği bir haktır, kimse de kimseyi, bir görüşü eleştirdiği için suçlayamaz.

Ama artık bizim ülkemizde böyle bir şey olamıyor.

Bir görüş açıkladınız ve bu birilerinin hoşuna gitmediyse karşılığında gördüğünüz şey bir karşı eleştiri olmuyor.

İçinde bol miktarda “hain, ihanet, güruh” gibi normal bir eleştiride olmaması gereken sözler oluyor.

Fikir tartışması yapmak yerine kavga etmeye hazır olduğumuz ve karşımızdakinin yok olmasını istediğimiz için böyle oluyor.

Nitekim Cumhurbaşkanı da sözkonusu bildiriyi yayınlayan akademisyenleri aynı kelimelerle suçladı.

Bununla yetinmedi “hak ettikleri cezanın” verilmesini istedi.

O kuşkusuz ki bunu söylerken “kanuni cezalardan” söz ediyordu, aksini düşünmek istemeyiz zaten.

Ama bu durumdan vazife çıkaranlar kolları sıvadılar.

Anadolu kentlerindeki akademisyenlerin nerede oturduklarından tutun da, hangi saatte dersleri olduğuna kadar bir sürü “hedef gösterir” yayınlar yapıldı.

Belli ki bu arkadaşlar, fikrini beğenmedikleri o insanların birileri tarafından en hafif deyimle taciz edilmesini istiyorlar.

Bu insanlar dövülseler, hatta belki öldürülseler sanki bayram yapacaklar.

Zamanında organize suçtan hüküm giymiş birisi, bir adım ileri gitti: Bildiriyi yayınlayan akademisyenler için “Kanlarınızla duş yapacağız” dedi.

Memleketin savcıları yukarıdan işaret almadan harekete geçmeyecekleri için bu açık ölüm tehdidi ile ilgili bir soruşturma açılmayacağını da göreceğiz.

Halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek, toplu katliam çağrısı yapmak” bu değilse, nedir diye merak da edeceğiz tabii.

Çünkü Türkiye artık adım adım koyu bir baskı rejimine sürükleniyor.

Elinde güç olan, beğenmediği fikirlerin sahiplerini bu yolla sindirmek, bastırmak, yok etmek için harekete geçmiş durumda.

Sorunu siyasi düzlemde çözebiliriz

 

ÜLKEMİZİN bazı kentlerinde sokak sokak çatışmalar yaşanıyor.

Nedenini biliyoruz: PKK, Suriye’deki gelişmelerden ve IŞİD nedeniyle Batı ile kurduğu ittifaklardan da yararlanarak “özyönetim” adı altında kantonlar oluşturmak peşinde.

Dünya yüzündeki hiçbir devlet, egemenliği altındaki topraklarda, eli silahlı grupların kentleri ve kasabaları hendeklerle, barikatlarla çevirerek böyle bir işe kalkışmasına müsaade etmez, edemez.

Nitekim Türkiye de sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte bu silahlı kalkışmayı bertaraf etmek için askeri operasyonlar yapıyor.

Bu operasyonlara neden olan şeyi görmezden gelerek “Silahlar sussun” demek, barışa hizmet edecek bir şey değildir.

PKK, bölgede sivil kayıplar da yaşanacağını bilerek ve isteyerek bu işe kalkıştı.

Ölen kadınlar ve çocuklar PKK’nın da umurunda değil.

Amaçları belli: Bölge halkına, artık Türkiye’de ortak bir yaşam olamayacağını göstermek istiyor.

Bölgede gerçekten barış olsun, Türkler ile Kürtler birlikte yaşamaya devam edebilsinler düşüncesinde olanların, PKK’nın bu siyasetini görmezden gelmelerini anlayabilmek zor.

Kürt sorunu çözülecek ise bu silahla olamayacak bu çok açık.

Sorunu siyasetin düzlemine çekmek gerekiyor, bunun için PKK’yı zorlamak gerekiyor. Bu görev de en başta Kürt siyasetçilere düşüyor.

Suriye’deki iç savaş sorunu


BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, İstanbul’daki terörist saldırının ardından şöyle konuştu:

Bugün karşı karşıya kaldığımız terörün en önemli kaynaklarından birisi Suriye’deki iç gerilim ve ortaya çıkan güvenlik boşluğudur.”

Suriye’de Esad diktatörlüğüne karşı ilk isyan başladığında, Türkiye’nin önünde iki seçenek vardı: Suriye’deki iç kargaşayı yatıştırmak için Esad’ı yeterince zorlamak ya da Suriye’deki iç savaşı körüklemek.

Türkiye ikincisini yaptı.

Hatırlayacaksınız, askerlerimizin üç saatte Halep’e varabileceğinden söz eden sivil generaller türemişti.

Başbakan ve Dışişleri Bakanı, Şam’da cuma namazı kılmaktan söz ediyorlardı.

Esad’ı devirmek için dünyanın her yerinden gelen cihatçıların sınırımızı yolgeçen hanına çevirmesine bu nedenle göz yumuldu.

Katar ve Suudi Arabistan’ın kuyruğuna takıldık, Suriye’deki savaşı körükledik veboğazımıza kadar bu bataklığa gömüldük.

Ve şimdi Başbakan, zamanında “şairane” bulduğu Suriye politikamız nedeniyle iç savaşa sürüklenen Suriye’deki boşluğun bu teröre neden olduğunu söylüyor.

Bu bir özeleştiri mi?