GEÇEN gün Mustafa ve Cem ile sohbet ederken, Mustafa yıllar önce başından geçen bir olayı anlattı. Anlattığı olayı daha önce dinlemiştim ama “Belki Cem bilmiyordur” diye düşünerek sesimi çıkarmadım.
Benzer sosyal çevrelerden gelen, benzer gelişme süreçlerinden geçen ve hayata benzer şekillerde bakan bütün insanların böyle birbirine benzeyen çok sayıda yaşanmış hikâyelerinin olması doğal.
Nitekim Mustafa’nın anlattığına bağlanabilecek benim de bir öyküm vardı. Mustafa’ya anlattığımı da tahmin etmem zor değildi ama “Belki Cem’e anlatmamışımdır” diye arkasından da ben kendi başımdan geçen bir olayı anlattım. Mustafa da kibar bir insan tabii, “Ben bunu biliyordum” demedi ve dinledi.
Başımızdan geçenlerin anlatılması bitince Cem ikimize şöyle dedi: “Yeter artık aynı şeyi belki sekizinci kez dinliyorum! Başka anlatacak bir şeyiniz yok mu?”
O anda rahmetli babamı hatırladım, o da aynı şeyleri tekrar tekrar anlatırdı, bizler Cem’den farklı olarak bunu kendisine hiç söylemez, ilk kez duyuyormuş gibi dinlerdik.
Stalin’in kızı Svetlana Alliluyeva anılarında şöyle diyor: “Babamla eski arkadaşları toplanırlar ve birbirlerine hep aynı şeyleri anlatırlardı, şaşırırdım.”
“Başka anlatacak şeyiniz yok mu” sorusu üzerine Mustafa ile hafiften bozulduğumuzu söylemeliyim tabii.
“Hayatı üzerine düşünmeyen insan, hayatının gerçek sahibi değildir” fikrine inandığımız için kendimize birer votka koyup birbirimize şöyle bir baktık.
Benim söylemeye cesaret edemediğimi o söyledi: “Galiba artık yaşlanmaya başladık, anlatacak yeni hikâye biriktiremiyoruz!”
Eşe dosta anlattığım ilginç hikâyelerimin ezici çoğunluğunun bundan beş-on yıl gerilere gittiğini fark ettim böyle söyleyince.
Aynı kurt benim de içime düştü: Acaba yaşlandığım için mi yeni hikâyem yok? Bu fikri kafamdan silip atmam çok sürmedi.
Sürekli yeni insanlarla tanışıyorum, sürekli geziyorum, kitapları hiç bırakamam zaten. Mesleğim de gazetecilik, her gün gazetelere konulmaya değer bulunmadığı için gazetelerin yazıişlerinde çalışanlar dışında kimsenin okumadığı haberleri bile okuyorum. Bu nedenle anlatacak yeni ilginç şeyler bulmam benim için hiç zor değil.
Ama neden aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorum? Galiba bunun nedeni “yaşlandığım için yeni hikâye bulamamam” değil. Evet, yaşımın ilerlemesiyle dolaylı da olsa bir ilişkisi var ama bu yeni şeyler yaşamıyor olmamdan kaynaklanmıyor.
Sadece geçen 55 yılda o kadar çok şey yaşadım ve tanıklık ettim ki artık yeni yaşadıklarım bana o kadar da ilginçmiş gibi gelmiyor.
Bu yüzden o yaşadıklarımın çoğunu beynim silip atıyor sanki.
Oysa gençken ve daha tecrübesiz iken yaşadığım her şeyin büyük bir olay olduğunu ve sadece benim başıma gelebileceğini zannederdim.
Sizler de bilirsiniz ki bir kere bir yerde insanlara anlattığınız bir hikâyeniz ilgi çektiyse, onu başka insanlara da anlatırsınız. Eğer anlattığınız şeyler ile o insanlar ilgilenmiyorsa da gidip başkasına da bu hikâyeyi tekrarlamazsınız.
Bir tür “konuşma reytingini garantilemek” gibi bir şey bu. Kimsenin ilgisini çekmediğini gördüğünüz bir şeyi anlatıp durarak, neden “Aman ne sıkıcı insan” damgasını yiyesiniz ki?
Ama arada da böyle kazalar oluyor tabii. Aynı insanlara, aynı hikâyeyi ısıtıp ısıtıp anlatıyorsunuz.
Sonra da kimisi Cem gibi yüzünüze söylüyor, kimisi arkanızdan konuşuyor: Hep aynı şeyi anlatıyor, başka hikâyesi yok mu acaba?
Dedim ya yıllar sonra kendi yaşadıklarımın “tekil” olmadığını öğrendim ve böyle şeylerin benim gibi herkesin başına gelebileceğini biliyorum.
Onun için eğer siz de benim gibi aynı şeyleri anlattığınız eleştirileriyle karşılaşıyorsanız üzülmeyin. Bu yaşlanma değil, olgunlaşma göstergesi!
Geçmişten Günümüze Türk Mutfağı
SİZLERE daha önce bu köşede sözünü ettiğim kitabı sonunda yayınlamayı başardık.
“Geçmişten Günümüze Türk Mutfağı” isimli bu kitap 820 sayfa ve 1250 adet denenmiş yemek tarifi içeriyor. Ayrıca pratik bilgiler, yemek pişirmeye ve yemek için alışveriş yapmaya ilişkin bazı püf noktalarını da içeriyor.
Lezzet dergisi ekibinin uzun bir çalışmasıyla hazırlanan böyle bir kitap yayınlama fikri Frankfurt Kitap Fuarı’nda dolaşırken aklımıza gelmişti.
Kitabın benim açımdan iki önemi var: Birincisi, evlerimizde pişen yemeklerin önemli bölümü unutulup gidiyor. Amaç bu yemeklerin unutulmasını önlemek!
İkincisi ise bunu herkesin ulaşabileceği bir fiyatla sunabilmek ki bunu da başarabildik. Sert kapaklı, ciltli, içinde yemeklerin kuşekâğıda basılmış renkli resimlerinin de olduğu bir kitap bu ve fiyatını 25 lirada tutabilmek başarısını gösterdik.
Kitap şimdilik Migros, D&R ve büyük gazete bayilerinde satılıyor. Maliyeti düşürebilmek için dağıtımını kontrollü yapmak ve “iadeyi” mümkün olabildiğince azaltmak zorundaydık.
1250 tarif arasında Türk mutfağının klasik yemekleri olduğu kadar, doğrudan “Türk mutfağı ürünü” sayılamayacak ama artık özellikle kentli evlerde yaygın olarak pişirildiği için mutfağımızın bir parçası olmuş yemekler ile ilgili tarifler de var.
Büyük bir mutfak kültürünün içinde yaşıyoruz ve ne yazık ki mutfağımızı korumak, geliştirmek ve gelecek kuşaklara aktarmak için çok fazla şey yapmıyoruz. Çabalar hep kişisel kalıyor. Kim bilir belki de devletin bu işlere bulaşmaması daha doğrudur.