HÜRRİYET

Hırsız her yerde aynı hırsız

BİR ülkede yolsuzlukları, rüşveti, nüfuz ticaretini önlemenin bir tek şartı vardır:

Hesap verebilir, şeffaf bir yönetim ve düzgün işleyen bir hukuk sistemi, özgür basın faaliyeti.
Bunların olmadığı yerlerde yolsuzluk önlenemez, her iş rüşvetle görülür, siyaset kurumu nüfuz ticaretinden beslenir.
Bizim memleketimizde olup biten de bundan ibarettir.
Bizim demokrasimizde “yönetenlerin hesap vermesi” adeta “divana kalmıştır”. Seçimden seçime halka hesap verildiği ileri sürülür ama ortada zaten bir hesap yoktur.
Halkın olup bitenleri öğrenmesini sağlayacak kurumlar çalışamaz çünkü.
Özgür gazetecilik faaliyeti bunu sağlamak için engellenir.
Yargı sistemi, bu nedenle siyasetin emrine sokulur.
Hesabın asıl sorulacağı yer olan parlamento işlevsizleşmiş, hesap soracağı liderin ağzına bakarak parmak kaldırıp indirir hale getirilmiştir.
Halkın gerçeğe ulaşmasını engellemek için ne gerekirse yapılır.
İşte son örneğini Çin’de de gördük.
İngiliz Guardian gazetesinin yayınlandığı belgelere göre, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in eniştesi ile eski Başbakan Ven Ciabao’nun oğlu ve damadı, Virgin Adaları’ndaki şirketleri kullanarak büyük bir servet biriktirmişler.
Bize ne kadar benziyor. Sadece bize değil tabii, demokrasisi yeterince gelişmemiş her yere benziyor.
Devlet yöneticilerinin oğulları, kızları, enişteleri, bacanakları, torunları ani bir zihin açıklığıyla zenginleşiyorlar.
Son 13 yılda Çin’den kaçırılan yolsuzluk paralarının toplamının 1 ile 4 trilyon dolar civarında olduğu tahmin ediliyor.
Ayakkabı kutularının içine saklanarak evdeki dolaplara tıkıştırılmış yolsuzluk parasının bunun da üzerinde olduğunu kolayca tahmin edebilirsiniz.
Çin’deki yolsuzluk ortaya çıkınca hep gördüğümüz bir başka film sahneye konmuş.
Guardian gazetesine ve bu tür haberlere ulaşmaya olanak veren sitelere Çin’den girebilmenin önü kesilmiş.
Yarın bir gün bu belgeleri sızdıranlara karşı Çin’de bir cadı avının başlatılacağını da kendi deneyimlerimizden de biliyoruz.
Hırsız her yerde hırsız, elindeki devlet gücüyle de ev sahibini bastırmayı gayet kolayca başarabiliyor!

Halkın aptal olduğunu düşünüyorlar

DENİZ Feneri’ni soruştururken görevden alınıp, üzerine bir de mahkemeye verilen savcı Abdülvahap Yaren, bir hırsızlar imparatorunun olduğundan, onun soruşturmalara müdahale ederek hem adamlarını koruduğundan, hem de kendine ulaşılmasını engellediğinden söz etmişti.
Savcı Yaren bir kâhin değildi!
Bugün yaşadıklarımızı çok önceden görebilmişti çünkü yolsuzlukları soruşturanların başlarına neyin gelebileceğini kendi deneyimiyle öğrenmişti.
Bakın, İzmir Başsavcısı Hüseyin Baş da görevden alındı!
Suçu büyük: Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın “Bu işi kapat” uyarısına aldırmadı, soruşturmayı sürdürdü, bununla da yetinmeyip kendisine yapılan bu baskıyı bir tutanak haline getirerek hepimizin önüne koydu.
Tutanakta şöyle deniliyor: “Sayın Müsteşar arayarak ‘Soruşturmayı durdur, bunu yapmazsan sonuçlarına katlanırsınız’ diyerek telefonu kapattı.”
Müsteşar soruşturmanın durdurulmasını, dosyaya bakan savcının görevden alınmasını, mahkeme kararlarının polisten geri alınmasını istiyor!
Dünyanın bütün demokratik hukuk devletlerinde suç olacak bir davranış ama büyük bir cesaretle yapabiliyor!
Çünkü zannediyor ki bugün onu koruyan iktidar hiç gitmeyecek, bu saltanat sonsuza kadar sürecek.
Zaten İstanbul’daki soruşturmayla karşımıza çıkan gerçeği açıklayacak başka bir şey de yok.
O kadar fütursuzca paraları toplamışlar ki bu sadece “Nasıl olsa bana bir şey olmaz” düşüncesine sahip olmaktan ileri gelebilir.
Bu duyguyu hissetmelerinin de bir tek nedeni var: Elimizdeki bütün olanakları kullanırız, paraysa para, medyaysa medya, halkı uyutmaya devam edebiliriz.
Güvendikleri şey halkın aptal olduğuna inanmış olmalarıdır, haklı çıkıp çıkmayacaklarını da seçimlerden sonra göreceğiz.

Geç öğrendi çabuk unutmasın

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Brüksel’de AB Komisyonu Başkanı’na “paralel yapıyı” şöyle anlatmış: “Yasadışı yollardan elde edilen deliller ile masumiyet karinesini hiçe sayıp suçlu havası estiriyorlar.”
Başbakan’ın bu zihin açıklığına kavuşması için demek ki başına yolsuzluk operasyonunun düşmesi gerekiyormuş!
Meydanlarda “Ben bu davaların savcısıyım” diye esip savurduğu günlerde, sözünü ettiği davaların çoğunun iddianamesi yazılmamıştı, iddianamesi yazılanların mahkemeleri de yeni başlamıştı.
Kimse hakkında kesin mahkûmiyet kararı yoktu ama gizli kalması gereken hazırlık soruşturması ile ilgili haberler ortalıkta uçuşup duruyordu.
O günlerde masumiyet karinesinden hiç söz etmiyordu.
Geç de olsa bunu öğrenebilmiş olması yine de önemlidir.
Dilerim ki hemen unutmasın!