İşsizlerle dolu bir kent
ÇOCUKLUĞUMU geçirdiğim Antalya’yı hep özlemle anarım. Sokakların turunç ve karabiber ağaçlarıyla dolu olduğu, akşamüstü meltemlerinin iyot ve yasemin kokularını şehrin üzerine bir tül gibi örttüğü şahane bir kentte geçti çocukluğum.
O yıllarda Antalya’nın nüfusu 70 bini ancak buluyordu, bu nedenle turizmci Özer Saraçoğlu’nun “150 bin işsiz Antalya’da turizm sektörünün yeniden hareketlenmesini bekliyor” sözlerini okuyunca irkildim.
Benim çocukluğumdaki Antalya’yı iki kere dolduracak kadar çok işsizin ne acılar çektiğini tahmin edebiliyorum.
Gazetelerin ekonomi sayfalarında işlerin iyi gittiğini, şu kadar büyüdüğümüzü, enflasyonu bu kadar indirdiğimizi okuyoruz.
Belli ki Antalya’da bu kış en büyük otellerin bile kapılarını kapatmalarına yol açan kriz bu iyi haberlerden fırsat bulup sayfalara girememiş!
Saraçoğlu da zaten “burada yaşanan felaketin farkında olan yok mu” diye feryat ediyor.
Ben de “Turizm Bakanı uyuyor mu” diye soracağım ama bunu biliyoruz: Uyuyor!
Borat, kendi gazetesini bile okumuyor
ÇOCUKÇA bir terbiyesizlik yapan öğrencisini önce bütün okula, sonra da medya aracılığıyla bütün ülkeye teşhir eden öğretmenin davranışındaki yanlışlığı eleştiren bir yazı yazmıştım.
Cumartesi günü Sabah gazetesinde bu yazımı eleştiren kurmaca bir haber yayımlandı.
Haberde benim yazmadığım, yazmak bir yana ima dahi etmediğim bir söz benimmiş gibi yer alıyordu.
Pazartesi günü Sabah yöneticilerinden bunun düzeltilmesini isteyen bir yazım yayımlandı.
Ben “özür ve düzeltme” beklerken dün Sabah’taki bir köşede benim okuduğumu anlamayan birisi olduğum iddia edildi.
İddiaya göre Sabah’ta böyle bir şey yayımlanmamıştı. Köşede sözünü ettiğim cümlenin şöyle olduğu iddia ediliyordu: “Yılmaz öğretmenin konuyu büyüteceğine, öğrencinin kulağını çekip kapatması gerektiğini de yazdı.”
Bu cümledeki bozukluğu Hakkı Devrim’e havale ediyorum.
Belli ki Sabah yöneticileri, hem yalanlarında ısrarlılar hem de düzgün bir cümle kurmaktan bile acizler.
Daha da kötüsü kendi gazetelerini bile okumuyorlar. Kim bilir, belki de Sabah okumak onların da içine sıkıntı veriyordur!
Sabah’taki haberin kupürünü, belki okurlar ve utanırlar diye yayımlıyorum.
Sabah’ın patronuna ve okur temsilcisine davetim geçerli: Benim yazımı ve Sabah’ta yayımlanan haberi okuyunuz.
Eğer yazımda, Sabah’ın iddia ettiği gibi bir cümle ya da anlam varsa ben bu mesleği bırakacağım.
Karşılığında da artık iki düzeltme ve özür açıklaması talep ediyorum.
Karadağ’a var, Kıbrıslı Türklere neden yok?
İNGİLTERE Dışişleri Bakanı Margaret Beckett, AB Dışişleri Bakanları toplantısında Kuzey Kıbrıs’tan KKTC diye söz edince kıyamet kopmuş.
Rumlar ayağa fırlamışlar ve Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı “Bu sözlerinizi geri alın” diye bağırmış.
Beckett de diplomatik terbiye ile bağdaşmayan bu davranış karşısında fazla üstelememiş ve “Tamam geri alıyorum” demiş.
Beckett sözlerini geri almış ama belli ki onun kafasının içinde de KKTC varlığı reddedilemeyecek somut bir varlık olarak duruyor.
AB Dışişleri Bakanları’nın sekiz müzakere başlığını hiç açmama, geri kalanları da müzakereler tamamlansa bile limanlar Rumlara açılmadan kapatmama kararını almaları da gösteriyor ki Kıbrıs’ta kesin bir çözüm gerçekleşmeden AB yolunda bir adım bile ilerlemek mümkün olmayacak.
Rumların, Kıbrıs’ta Türkleri azınlık haline getirmekten başka bir hedefleri yok ve AB de bu politikasıyla buna destek veriyor.
Bu durumda Türkiye, AB ve Kıbrıs konusundaki politikasını değiştirmek zorunda!
Başbakan belki bakkal pazarlığını seviyor olabilir ama bunun sonuç alıcı bir dış politika yöntemi olmadığı çok açık.
Türkiye, artık Kıbrıslı Türklerin, kendi bağımsız devletlerini kurmaya en az Karadağlılar kadar hakkı olduğunu anlatmaya başlamalıdır.