Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, darbe girişimiyle yakayı ele veren Fethullahçı çetenin devlet içindeki etkinliklerini “istihbarat zafiyetine” bağladı.
“Devletin kurumları bakımından maalesef ciddi eksikliklerin olduğu aşikar” dedikten sonra bu örgütlenmenin büyüme nedenlerinden biri olarak da “devletin yapısından kaynaklandığını” gösterdi.
Bu olaydan sonra istihbarat örgütlerinin yeniden gözden geçirilmesinin de konuşulabileceğini söyledi.
Yani Numan Bey’e göre, Fethullahçıların devletin önemli kurumlarının kılcal damarlarına kadar sızmış olmalarının sorumluluğu ya devletin yapısı, ya da istihbarat örgütlerinin zafiyeti!
Meseleyi böyle ortaya koymak, belki Numan Bey’in gönlünü ferahlatıyor olabilir ama ben ona işin gerçeğini söylemek istiyorum:
Fethullahçılar böylesine örgütlenebildiler, çünkü AKP iktidarı, 2014 yılına kadar bu örgütlenmeyi teşvik etti.
17 – 25 Aralık soruşturmalarıyla nihayetlenen bu işbirliği nedeniyle Fethullahçılar devletin en önemli kademelerine kadar çıkabildiler.
Adliyeyi ele geçirdiler, İçişleri Bakanlığı’nı ele geçirdiler, ordu içinde terfiler alabildiler.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Başbakan olarak Yüksek Askeri Şura’da bu tür kadroların temizlenmesine yönelik olarak alınmak istenen kararlara muhalefet şerhi koyduğunu unutmayalım.
Abdullah Gül’ün de payı yok mu?
Bugün bu kadar rektörün, Fethullahçı çıkması sürpriz mi onun için?
İçişleri Bakanlığı’nda Fethullahçı polislerin Emniyet’i ele geçirdiği kaç kere yazıldı, çizildi.
Sırf böyle bir kitap yazdığı için hapse atılan, kitabı yayınlanmadan yasaklanan Ahmet Şık için “bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir” diyen kimdi?
Onun için Numan Bey’e şunu söylemeliyim ki, öyle istihbarat zafiyeti ve devlet kurumlarının yapısı gibi gerekçelerle, AKP yönetiminin bu işteki sorumluluğundan kurtulamazsınız.
Evet, karşımızda bir terör örgütü var, darbe girişimleri başarısızlığa uğratılan bir terör örgütü.
Ama geçmişte buna yardım ve yataklık edenlerin varlığını da unutmayalım.
Ve uyanık olalım: Geçmişte, böyle bir terör örgütü tarafından kandırılabilmiş bir iktidarı, başka örgütlerin kandırmacalarından nasıl koruyacağız?
Bunun yolu belli:
Ciddi bir kamu yönetimi reformu yapılacak.
Devlette tayinler, terfiler objektif kıstaslara bağlanacak.
“Bizdendir, alnı secdeye değiyor, imam hatiplidir, partili arkadaşımızın yeğenidir” gibi kıstaslar, artık devlet memuriyetine girişte ve yükselmede etkili olmayacak.
Kısacası Numan Bey, partizanlık denen illet devletten silinmedikçe bugün Fethullahçıların yaptığını yarın başka bilmemnecilerin yapamayacağının garantisi yoktur.
——————————-
Bu hikayede eksik bir şeyler var
Darbe girişimi ertesinde öğrendik ki MİT Müsteşarı Hakan Fidan, geçtiğimiz Cuma saat 18.00’de Genelkurmay Başkanlığı’na gitmiş ve Orgeneral Hulusi Akar ile darbenin nasıl önleneceğini konuşmak için toplantı yapmış.
Orgeneral Akar da bu toplantıdan sonra Kara Kuvvetleri Komutanı’nı, darbenin “sıklet merkezi” Kara Havacılığa göndermiş: “Git bak bakalım, neler oluyor?”
Sonra da hep birlikte darbecilerin eline düşmüşler!
Hakan Fidan o sırada ne yapıyormuş, bunu bilmiyoruz.
Onun kimsenin eline esir düşmemiş olmasının nedeni, MİT kampüsünün iyi korunmuş olmasıyla açıklayabiliriz. Eğer Genelkurmay’da biraz daha kalmış olsaydı, belli ki o da darbecilerin eline düşecekmiş.
Doğrusunu isterseniz bu öykü bana fazlasıyla basit geliyor.
Kimseyi “yalancılıkla” suçlamadığımı burada söylemiş olayım ama koskoca Genelkurmay Başkanı, darbe ihbarı alınca böyle mi hareket eder: “Git bir bak bakalım, neler oluyor?”
MİT Müsteşarı, bir darbe girişimi ile ilgili istihbarat alınca Genelkurmay’a gidip, Başkan ile toplantı yapıyor ama kimseye bilgi de vermiyor: Çünkü darbe bilgisi teyit edilmemiş.
Peki, öyle bir darbe girişimin içinde Genelkurmay Başkanı’nın olup olmadığını nereden biliyordu?
Madem bilgi teyitli değil, eksik bir istihbarat söz konusu, o zaman Genelkurmay Başkanı’nın da bu işin içinde olup olmadığından emin olmamalıydı.
Neyse, kimseyi suçlamak istemiyorum.
Ama bu hikayelerde eksik bir şeyler var gibi geliyor bana.
TBMM, kendisine yönelik bu darbe girişimini, kendisi de ciddiyetle soruşturabilirse, belki öyküdeki bu açıkları dolduracak bilgilere de sahip oluruz.
————————-
Çeteyle mücadelenin meşruiyeti
Darbe girişiminin başarısızlığa uğramasının ardından devlette büyük bir temizlik harekatı da başladı.
Bugüne kadar görülmemiş ölçekte bir temizlik bu.
50 binden fazla devlet memuruna işten el çektirildi, bu sayının yüz bine rahatlıkla vurabileceğini de düşündürecek çok şey var.
Bu arada kapatılan okulların salısı da 1600’e çıkmış bulunuyor.
Bu çetenin temizlenmesini en az hükümet kadar ben de isterim.
Hatta diyebilirim ki ben bu çetenin temizlenmesini, yolunun açılmamasını yazarken, hükümet bunu hiç istemiyordu. Onun için sanırım ben onlardan daha fazla istiyorumdur.
Ama bu yapılırken temel insan haklarının ihmal ve ihlal edilmesine de karşıyım.
İşkence ve kötü muameleye yer olmamalı ki bu mücadelenin meşruiyetine gölge düşmesin.
Evrensel hukuk ilkelerine de uyulmalı, mücadele hukuk içinde yapılmalı.
Unutulmasın ki kanunsuz suç ve ceza olmaz.
Hep akılda tutulsun ki suç ve ceza şahsidir, birisinin işlediği suç nedeniyle ailesi, arkadaşları vs. cezalandırılamaz.
Bunların unutulduğunu düşündürten uygulamalar görüyorum.
—————————-
