GAZETELERE yansıyan haberler, Maliye Bakanlığı’nın vergi kaçakçılığını önlemek için yeni mekanizmaları devreye sokacak bir kanun değişikliği yapacağını gösteriyor.
Buna göre “servet” yerine “harcama” sorgulanacakmış.
Kredi kartı harcaması yüksek olan, lüks otellerde yatıp kalkan, yatı, uçağı olanlara, “Bu hayatı nasıl finanse ettin” diye soracaklarmış.
Demek ki kredi kartını yurtdışından alan, yatına Türk bayrağı çektirmeyenler yine “vergiden muaf” olacaklar. “Bunların sayısı da zaten çok olmaz” diye düşünmek de mümkün tabii.
Maliye bürokrasisi elbette benden daha iyi bilir ama bu yöntemden de bir sonuç çıkmayacağını şimdiden söyleyebilirim.
Bakan Kemal Unakıtan da bu işleri iyi bilir ve bana hak vereceğine inanıyorum.
Bu tür sorularla karşılaşacak vergi mükelleflerinin verebileceği ve ülkemizde genel kabul gören çok yanıt var çünkü.
Bir tanesi “Annem öldüğünde yatağının altındaki çıkından çıktı” açıklamasıdır. Yüce yargımız tarafından da haklı bulunmuş, içtihatlara girmiş bir gerekçe olarak sizler de rahatlıkla kullanabilirsiniz.
Çok daha yakın geçmişte mahkemelerce kabul edilen bir başka açıklama da şudur: “Oğlumun düğünündeki takıları sattım. Sağ olsunlar, eşimiz, dostumuz, burs verenimiz çoktur.”
Oğlunuz yoksa da üzülmeyin. Kızınızın nişanında ya da düğününde takılan takılar da aynı sınıfa giriyor, onları satıp çok büyük olmayan gemi (gemicik de diyebiliriz) bile alabiliyorsunuz!
Ayrıca küçük çocuklarınızın bir inovasyon dehası çıkması, eski dostlardan alınan ve ne zaman geri ödeneceği bilinmeyen borçlar, yurtdışına gelip gidenlerin getirdiği hediyeler gibi gerekçeler de işe yarar.
Yani demem o ki bu iş tutmaz. Başka bir yöntem bulunması gerekecek.
Uzlaşma değil, çatışma mı istiyor?
BAŞBAKAN Recep Tayip Erdoğan ile çoğu zaman aynı fikirde olamıyorum. Ancak İspanya’da söylediği “Başörtüsü siyasi simge olarak takılsa bile suç olur mu?” sorusunun yanıtında aynı fikirdeyim: Hayır, suç olmaz!
Nasıl ki sivil vatandaşların parti rozeti takmaları, belli bir siyasi görüşe yakınlığı vurgular şekilde sakal-bıyık bırakmaları, siyasi bir aidiyetin vurgusu olarak selamlaşırken kafa tokuşturmaları suç değilse, siyasi bir simge olarak türban takmak da suç değildir.
Bunları, isteyen her sivilin yapması ifade özgürlüğü kapsamındadır, insanların düşüncelerini açığa vurmaları da en temel haklarıdır.
Sorun, siyasi görüşleri vurgulayan sembol ve özel işaretlerin kamu yönetiminde yer alıp, almamasıyla ilgili.
Kamu yönetimi, bütün vatandaşlarına eşit olarak hizmet etmekle yükümlü ve bu hizmetin görülmesi sırasında siyasi görüşleri ortaya koyacak sembol, işaret, davranış, özel giysi vs. gibi unsurlar bu eşitliği bozacak sonuçlar yaratabilir. Yasak bu nedenle vardır.
Başbakan, bu sözleri ile üniversitelerdeki türban sorununu nasıl çözmeye çalışacağının ipuçlarını veriyor.
Ve bunu nasıl söylemesi gerektiğini bilemediği için de sorunu iyice içinden çıkılamaz hale getiriyor.
Geçmişte bu konu gündeme geldiğinde “Toplumda kurumlar arasında uzlaşma ortamı yaratacağız ve öyle çözeceğiz” diyordu.
Bu sözlerden sonra şöyle düşündüm: Acaba artık uzlaşma değil, çatışma mı istiyor?
Bir garson işinden oldu : (
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün, gezideki diğer bakan eşleri ile birlikte Washington Cafe Milano’da yedikleri yemekle ilgili haberler, lokantada çalışan bir Türk garsonun işsiz kalmasına yol açmış.
Konuyla ilgili en çok ayrıntı benim köşemde çıktığı için, doğrusunu isterseniz kendimi kötü hissettim.
Hatırlayacaksınız, Gül ve arkadaşları 500 ABD Doları tutan yemek bedeline yüzde 20 bahşiş eklenerek, faturanın Türk Büyükelçiliği’ne gönderilmesini istemişlerdi.
Ben de burada bu tutumu eleştirmiş, “Harcırahlar ne için alınıyor” diye sormuştum.
Şimdi ortaya çıkıyor ki Türk Büyükelçiliği’nden gelen bir telefon ile Türk garson (ki öğrenci olduğu anlaşılıyor) işsiz kalmış.
Belli ki büyükelçilik yetkilileri için bu bilgiler “kozmik çok gizli” kategorideymiş!
Kim bilir, belki de hesabın kripto edilip gönderilmemiş olmasına da sinirlenmişlerdir.
Türkçemizde “Şuyuu, vukuundan beterdir” diye bir deyim var. Bu köşede sıkça okumuşsunuzdur. “Duyulması, gerçekleşmesinden beterdir” anlamına geliyor.
Sanırım yemek faturasının Büyükelçiliğe ödettirilmesi de böyle bir durum gibi görülmüş.
Ama bana sorarlarsa bu öykü daha çok “Vukuu, şuyuundan beterdir” tanımına sığıyor!