HÜRRİYET

Mektuplar ortada ama gazetecilik batmıyor!

APO’nun Kandil’deki PKK şeflerine yazdığı mektubun yanıtı gelmiş: PKK, Öcalan’ın önerdiği çekilme planına uymaya karar vermiş. Bunun için Suriye’deki PYD’nin kontrolü altında bulunan bölgelerle ilgili bazı garantiler isteme olasılıkları varmış.

Bu bilgileri Milliyet’te, Namık Durukan’ın haberinden öğrendim.
Apo’nun Kandil’deki PKK şeflerine yazdığı mektubun içeriğini de yine gazetelerden öğrenmiştik.
Bu mektuplar kamuoyuna açık mektuplar değillerdi. Ama içeriklerini neredeyse satır satır biliyoruz.
Biliyoruz çünkü mektupları getirip götürenler bunların içeriklerini de açıklıyorlar.
Ama hiç kıyamet kopmuyor!
“Batsın senin gazeteciliğin” diyen yok! “Beyefendi bu haberlere çok sinirlendi, aman diyeyim, bunu yazanı atın gitsin” diye aracılık eden de!
Neden acaba?
Sakın bunun nedeni ilk görüşme tutanakları Milliyet’te yayınlandığında “Büyük gürültü kopacak” diye Başbakan’ı gaza getirenlerin yanılmaları olmasın?
Şimdi ilk görüşme tutanaklarından daha gizli olması lazım gelen mektupların içerikleri gazetelerde yayımlanıyor, tık yok!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, her fırsatta Türk halkını iyi tanıdığını söylüyor ama bence o kadar da iyi tanımıyormuş.
İmralı’daki görüşme tutanakları sızınca ortalığı ayağa kaldırmasının nedeni buydu.
Zannediyordu ki tutanaklar açıklanınca kıyamet kopacak, Türkler ayaklanacak, oy kaybedecek vs.
Bu topraklar, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, her koyun kendi bacağından asılır” düsturlarına sıkı sıkıya bağlı insanlardan oluşur. Onun için ne yaparsan yap, kimsenin umurunda olmaz.
Yeter ki tuttukları takımlara bulaşılmasın, işte o zaman ayaklanabilirler!

‘Suça karışmamış’ silahlı örgüt üyesi!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’den sınır dışına çıkması beklenen “eli silahlı” PKK’lıların sayısının 1500–2000 arasında olduğunu söylemişti.
Dün Sabah’ta bir haber yayımlandı, Türkiye sınırları içinde elinde silahla dolaşan PKK’lıların 618’inin “suça karışmadığı” tespit edilmiş! “Suça karışan” 1500 PKK’lının ise dosyaları güncellenmiş.
“Suça karışmayan” 618 kişinin ailelerine gidip, “Oğlunuzu dönmeye ikna edin, vallahi başına bir iş gelmeyecek” bile demişler.
Enteresan bir durum! Güvenlik güçleri tek tek kimin suça bulaştığını, kimin bulaşmadığını bile bilebiliyor ama yerlerini bilmediği için gidip yakalayamıyor!
Böyle haberleri okurken “Acaba işletiliyor muyuz” diye düşünmeden edemiyorum.
“Suça karışmak” ile “suça karışmamak” arasındaki ayrımı bilemiyorum mesela.
Bir oksimoron örneği bu: Suça bulaşmamış terör örgütü üyesi!
Yasadışı bir örgüte üye oluyor, eline silah alıp dağa çıkıyor ama kimseyi öldürüp, yaralamadıysa “suça bulaşmamış” mı oluyor?
Peki, o zaman cezaevlerindeki bunca insanın günahı ne?
“Örgüt propagandası yaptı, örgüte üye oldu, yok üye olmadı da yardım etti” diye hapiste tutulanlardan söz ediyorum!
“Etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak” bu kadar kolaysa, neden diğer “terör örgütü davalarında” bu hüküm işletilmedi diye de sormadan edemiyorum.

Suya yazanlar kulübü

DAHA önce “Emek yoksa ben de yokum” diye yazan Atilla Dorsay, köşe yazarlığını bıraktığını açıkladı.
“Yazdıklarını kimseye dinletemediğinden” yakındığı son yazısında “Hiçbir girişimi değiştiremedik” diye yazıyordu.
Gazete köşe yazarlığının böyle bir tarafı var. İnsan kendisini suya yazıyormuş gibi hissediyor.
Atilla Dorsay’a kararını yeniden gözden geçirmesini önererek veda ederken, diğer yazarları düşündüm. Baktım ki Dorsay gibi düşünüyor olsaydık, gazetelerde köşe yazarı kalmazdı.
Her gazeteden bir yazar hesabıyla işte kısa bir seçki:
Kendimle başlıyorum: Yıllarca sormuş olmama rağmen hâlâ Suudi Kralı’nın devlet büyüklerimizin eşlerine verdiği armağanları öğrenemediğim için.
Hıncal Uluç: İstanbul trafiğini yönetecek bir kişi bile bulamadığı için.
Abbas Güçlü: Eğitim meselesini hale yola koyamadığı için.
Fehmi Koru: Bunca yazısına rağmen Hürriyet’te bir post kapamadığı için.
Ekrem Dumanlı: Herkese gazetecilik öğretmek için yazdığı bunca yazıya rağmen kendi yazı işlerine bunu öğretmeyi bir türlü başaramadığı için.