Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Otomobil uçar gider!

TÜRKİYE ile Çek Cumhuriyeti arasındaki yatırım savaşını Çekler kazandı. Hyundai, 1.2 milyar dolarlık otomobil fabrikası yatırımını Çek Cumhuriyeti’nde yapacak.

Fabrika, Türkiye’de kurulabilseydi 3 bin kişiye doğrudan, 9 bin kişiye de “tedarikçi firmalardan” iş sağlayacaktı.

Yatırım Türkiye’de yapılacak olsaydı, bu Başbakan da dahil olmak üzere tüm yetkililer ve medya tarafından “hükümetin bir başarısı” olarak lanse edilecekti. Hükümetin siyasi ve ekonomik başarılarının Türkiye’ye olan güveni artırdığına dikkat çekilecekti. Bunu yeni büyük yatırımların izleyeceği müjdesi verilecekti. Olmadı.

Bu durumda hükümeti, önemli bir yatırım için “ağır davranmakla ve yetersiz kalmakla” suçlamak, sanırım kamuoyunun da hakkı olmalı.

Öte yandan bu yatırımın Çeklere kaptırılmış olmasından çıkarmamız gereken bazı sonuçlar da var:

Demek ki “AB’ye üye oluyoruz, yabancı yatırımlar Türkiye’ye akacak” önermesi tek başına doğru bir düşünce değil.

Demek ki “yabancı sermaye” bizim kaşımızı, gözümüzü, ekonomik programımızı vs. o kadar da beğenmiyor. Başka şeyler de arıyor.

O zaman düşünmemiz gereken bir şey var: Yerli yatırımcılar, yabancıların yetersiz buldukları teşvik sistemiyle yatırım yapmak ve uluslararası alanda rekabet etmek zorundalar. Bu şartlar altında onlardan yeni yatırımlar yapmalarını nasıl bekleyeceğiz?

Limanlarımız yetersiz, demiryolu ulaşımımız yetersiz, birçok sanayi bölgemizde doğru dürüst bir havaalanı bile yok. Vergi düzenimiz, yatırımları teşvik etmiyor. Hukuk düzenimiz, anlaşmazlıkların kısa sürede çözümü için güven vermiyor. Sanayinin ihtiyaç duyduğu iyi eğitilmiş “ara eleman” sıkıntısı, mesleki eğitimin imam hatiplere endekslenmiş olması nedeniyle aşılamıyor. Siyasi otorite, yatırımcılar arasında gizli-açık bir “bizden olanlar-bizden olmayanlar” ayrımı uyguluyor. Bütün bunlar bir araya gelince beklenen yabancı sermaye de gelmek bilmiyor, doğal olarak.

Hyundai yatırımını kaptırdığımız için üzülürken, bu gidişi nasıl tersine çevireceğimizi de düşünmek zorundayız. Ve sanırım bu da hükümetin öncelikli görevi olmalı.

Kuş gribine karşı çizgi film

İZLEYEBİLDİĞİM tüm yabancı kaynaklarda, kuş gribi ile ilgili olarak yapılması gereken toplumsal eğitimin öncelikle çocukları hedef alması gerektiği anlatılıyor.

Zaten ülkemizdeki kuş gribi kurbanlarının kimlikleri de bunu tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyuyor.

Bir okuyucumun uyarısı üzerine www.brainpop.com isimli internet sitesinde “kuş gribi” ile ilgili ilginç bir çizgi film izledim.

Bu site, çocukların eğitimi için tasarlanmış bir Amerikan sitesi. Amerika genelindeki okulların yüzde 15’i bu sitenin üyesi ve her gün 3 milyon çocuk bu sitedeki eğitici filmleri izliyor.

Sitede yayınlanan film, kuş gribinin nasıl bulaştığı, nasıl korunmak gerektiği, tehlikenin hangi durumlarda ortaya çıkabileceği, hastalığın ilk belirtilerinin neler olduğu gibi önemli konuları çocukların anlayabileceği bir dille anlatıyor.

Filmi izlerken şunu düşündüm: Acaba, çocuklara yönelik bu tür eğitici çizgi filmleri televizyonlarımız yayınlayamazlar mı?

Yabancı filmlerle ilgili olarak ortaya çıkabilecek “yayın hakları” sorunlarını ülkemizin animasyon sanatçılarının yapacağı filmlerle aşamaz mıyız?

Milli Eğitim Bakanlığı, hiç olmazsa internet bağlantısı olan okullarda bu tür sitelerdeki eğitici filmlerin çocuklara izlettirilmesini tavsiye edemez mi?

Kafama takılan iki soru

ÖNCEKİ gece TGRT haberlerini izlerken, spikerin Mehmet Ali Ağca ile ilgili olarak şöyle dediğini duydum: Abdi İpekçi cinayetinin katil zanlısı!

Benim bildiğim Ağca, İpekçi cinayeti nedeniyle yargılandı ve ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edildi.

Hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı olduğu halde Ağca’ya neden “zanlı” deniliyor? Katil demeye diliniz varmıyor mu, yoksa bu sadece basit bir cehalet mi?

Bu haftaki Tempo Dergisi’nde de Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in bir söyleşisi yayımlandı. Baydemir, “Abdullah Öcalan’a uygulanan tecridi kabul etmek mümkün değil. Devamı şiddeti derinleştirir” diyor.

Bu sözlerden nasıl bir anlam çıkarmalıyız? Bu bir “şantaj” mı?