HÜRRİYET

Sapık, her yerde sapıktır!

BİR çocuğa ya da yetişkin de olsa herhangi bir kişiye tecavüz edenin ne siyasi düşüncesini önemserim, ne mesleğini, ne de geçmişinde neler yaptığını.

Bu dünyada işlenebilecek en aşağılık suçlardan biridir.

Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Ü.’nün böyle bir suçlamayla tutuklandığını duyduğumda da söz konusu kişiye en küçük bir sempati duymamakla birlikte üzülmüştüm.

Bunun bir çevre tarafından “Bakın bu adamların hepsi böyle” diye sunulacağından endişe ettiğim için. Eminim ki Hüseyin Ü.’nün siyasi, felsefi görüşlerini paylaşan birçok kişi de aynı nedenle üzülmüş olmalı.

Böyle bir suç her şeyden önce kişiseldir. Yapanı bağlar.

Bundan dolayı o kişiyle benzer ortamlarda oturup kalkanların, yemek yiyenlerin, aynı şeyleri savunanların suçlanmasını da kabul edemem, bir savunma pozisyonuna geçmelerini de.

Olay açığa çıktığından beri Vakit, Yeni Şafak, Zaman, Star gibi gazetelerin tutumunu da bu nedenle anlayamıyorum.

Arkadaşlarının bu duruma düşmesine üzülmeleri normaldir ama olayı saklamaları, “komplodur” diyerek savunma pozisyonuna geçmeleri de bir o kadar anormaldir.

Bu olay karşısındaki tutumları, bu gazetelerin genel davranış biçimlerinin bir sonucu.

Bu gazetelerin okuyucuları için bu bir ders olur mu?

Dilerim ki gözleri açılsın ve inandıkları gazetelerin hayata nasıl baktıklarını, olayları nasıl çarpıttıklarını görebilsinler.

Provokasyon örgütsüz olmaz

SAKARYA’da DTP’nin düzenlediği bir toplantıya yönelik saldırı girişimi, çok ciddi bir bomba üzerinde oturduğumuzu gösteriyor.

Bu tür olayların önü alınmazsa çok daha vahimleriyle karşılaşacağımız da açık.

Ve bu Türkiye’yi kaçınılmaz bir bölünmeye sürükleyecek bir iç çatışma demek.

PKK’nın çok istediği halde bir türlü başaramadığı şeyi, şimdi kendisinde görev vehmeden güruhlar yapmaya çalışıyor.

Gecenin bir vakti, ellerinde bayraklarla bir parti toplantısını basmaya gidenlerin, kendi kendilerine hareket etmiş olabileceklerini düşünmek için saf olmak gerekiyor.

Bu Sakarya’da son iki yıl içinde benzeri dördüncü olay.

Belli ki Türkiye’yi karıştırmak isteyenler, orada kendileri için uygun bir zemin bulmuşlar.

Bu hareketleri kimlerin organize ettiğini bulup çıkarmak, Sakarya Emniyeti için çocuk oyuncağı olmalı.

Bu tür olayların çıkabileceğinin istihbaratının Emniyet güçlerine gelmemiş olmasını düşünmem çok zor. Büyük olasılıkla Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi ihmaller ve “Bana ne, gidip cezalarını versinler” şeklinde göz yummalar olmalı.

İçişleri Bakanlığı’nın bu olay üzerinde ciddiyetle durması gerekiyor.

Başka yerlerdeki, başka provokatörlerin cesaret kazanmamaları için bu vakit geçirilmeden yapılmalı.

Küçük kulüpleri birleştirmek işe yaramaz

SOSYAL Demokrat Halk Partisi Genel Başkanı Murat Karayalçın ile yapılmış bir röportajı dünkü Referans Gazetesi’nde okudum.

Karayalçın’ın şu sözleri dikkatimi çekti:

“Sol partilerin güçleri belli, yetmiyor. Birlikte her şey olabilir. Böyle bir güç oluşturulsa, ey halkım ben geliyorum, Ankara’yı, İstanbul’u almak için hazırlanıyorum. Yola çıkmış bulunuyorum. Bu da programım. Bunlar da adaylarım. Yer yerinden oynar, Türkiye’nin borsası, faiz hadleri değişir.”

Karayalçın’ın bu yaklaşımını oldukça “naif” bulduğumu belirtmeliyim.

Sorunumuzun temeli şu ki, Türkiye’de gerçek anlamda “sol” bir parti bulunmuyor.

Sol bir parti, her şeyden önce sınıf temeline dayanır. Gücünü işçi sınıfının örgütlü birlikteliğinden alır. Ezilen kitlelerin sözcüsü olması bundan kaynaklanır.

Bugün ülkemizde kendisini “solda” olarak tanımlayan hiçbir partinin böyle bir gücü yok.

Çünkü bu partiler, bir aydınlar kulübü olmaktan öteye gidemedi.

Özgürlük ve Dayanışma Partisi Genel Başkanı Ufuk Uras, dün Taraf’taki söyleşisinde TBMM’de Pendik’te tersane sahibi iki milletvekili olduğunu, ancak bir tane tersane işçisinin bile olmadığını söylüyordu.

Sorun bu. TBMM’de CHP, DSP, ÖDP temsil ediliyor ama bir tane işçi yok!

Mevcut sol partilerin bu dönüşümü yapabilmelerinin yolu da kulüpleri birleştirmekten değil, örgütlenme anlayışlarını değiştirmekten geçiyor.

Kullandıkları devrini tamamlamış söylemi değiştirmeleri, 21. yüzyılın yeni üretim ilişkilerinin gerektirdiği bir ideolojik zemini yaratmaları gerekiyor.

Solun iki büyük partisi CHP ve DSP bunu gerçekleştirmeye çok uzaklar. Zaten, savundukları politikalara bakarsak onlara ne kadar “sol parti” diyebiliriz? Emin değilim.