Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

‘Sen kimsin kardeşim!’

BU 23 Nisan’da da her 23 Nisan’da olduğu gibi bir çocuğu Başbakanlık koltuğuna oturttular ve fotoğraflar çekildi, konuşmalar yapıldı.

Bu yıl “çocuk Başbakan” rolü Keçiören Tarhuncu İlköğretim Okulu öğrencisi Enes Karabulut’a düşmüş. Gazeteciler her zaman olduğu gibi sormuşlar: “En başarılı bakan kim?”
Küçük Enes, Dışişleri ve Enerji bakanlarını başarılı bulduğunu söylemiş.
Gazeteciler “Milli Eğitim Bakanı başarısız mı” diye sorunca çocukçağız ne yapsın, “Onu demek istememiştim” diye yanıtlamış.
Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer şaka yapmış: “Seninle dışarıda görüşürüz!”
Bu tabloyu izleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan söze karışmış ve Enes’e dönüp “Sen kimsin kardeşim desene. Sen bakansın, ben başbakanım desene” diye akıl vermiş.
İlk bakışta çocukça şakalar dizisi gibi görünüyor ama her şakanın bilinçaltında bazı gerçeklerin yatıyor olabileceğini de unutmamak gerek.
Hele de şunu biliyorsak:
Başbakan, ne zaman Bakanlar Kurulu üyelerinden söz etse “Benim bakanım” diyor, bir tür sahiplik ifadesi gibi. Öte yandan bakanlar, yapmak istedikleri en küçük bir işi bile anlatırken söze “Başbakanımızın talimatıyla” diye başlama gereği de duyuyorlar. Başbakan’ın “tek adamlık” içgüdüsü de bilinmeyen bir gerçek değil.
Bütün bunları bilince “Sen kimsin kardeşim, sen bakansın, ben başbakanım” sözü ayrı bir anlam kazanıyor. Başbakan’ın, bakanlar ile olan ilişkisindeki durum ortaya çıkıyor.
Hükümet faaliyetlerinin böyle bir zeminde sürdürüldüğü ülkede “milli egemenlik bayramını” kutlamak da ayrı bir anlam kazanıyor tabii!

İnsan hakları herkes içindir

SUSURLUK davasından aldığı 5 yıllık hapis cezası kesinleşen Mehmet Ağar için uygun şartları haiz bir hapishane arayışı sonuna gelmiş. Ağar, infaz kanunu gereği 2 yıl hapis yatacak ve yeniden özgür olacak. Susurluk kazasıyla ortaya çıkan gerçeklerin araştırılması için zamanında çabalayan bir gazeteci olarak bu duruma sevinecek değilim. Âdet olduğu üzere Ağar’a “Allah kurtarsın” diyorum, umarım bu süre içinde geçmişle kendi iç hesaplaşmasını da yapar, özgür bir birey olarak yeniden aramıza döner.
Gazetelerdeki habere göre Ağar için cezaevinde özel bir bölüm de hazırlanacakmış. Banyosu, vs. olan özel bir bölüm. Doğru bir iş yapılıyor. Hapishane koşullarının insan haklarına uygun olması, insanların temel ihtiyaçlarını karşılaması, bir demokratik hukuk devletinin olmazsa olmaz şartlarından biridir. Ceza, bir intikam yolu değildir ve zaten hapishaneye girip cezasını çekmekte olan insanı, temel haklarından mahrum ederek bir kez daha cezalandırmak kabul edilebilir bir tutum olmaz.
Mehmet Ağar, Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemde “cürüm işlemek için silahlı suç örgütü kurmak” suçundan cezaevinde yatacak.
Ama yine de medeni bir ülkede olması gerektiği gibi cezaevi şartlarının insanileştirilmesi için çabalanıyor.
Benzeri bir özeni Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Müyesser Yıldız ve tutukluluk halleri “tecritte” devam öteki insanlar da hak etmiyor mu?

‘Askeri idare etmek’ Erbakan dışındakilere yasak mıydı?

TARAF gazetesinde dün yayımlanan bir habere göre Gölcük Donanma Komutanlığı, Kozmik Oda ve YÖK’te yapılan aramalarda ele geçirilen belgelerde 28 Şubat dönemi komutanlarının gazetecilerle ilişkilerine ilişkin belgeler de varmış.
Belgelere göre Batı Çalışma Grubu (BÇG) üyeleri, hangi komutanın hangi gazeteciyle neleri konuştuğunu tek tek not etmiş.
Söz konusu listede, o dönem TSK’da görevli plan subayları tarafından hangi gazetecinin, hangi askeri personelle, hangi tarihte görüştüğü, görüşmenin amacı ve içeriği de 4-5 sayfalık tutanaklarla kaydedildiği belirtiliyor.
“Kozmik Oda”da bulunan belgeler arasında demek ki “Bülent Arınç’a suikast” dışında her şey varmış, böylece bunu da öğrenmiş olduk.
Tutanaklarda nelerin olabileceğini tahmin etmek de zor değil, açıklanınca öğreniriz.
Yandaş medyada ısrarla yazıldığı gibi soruşturmanın bazı gazetecilere doğru yöneltileceği anlaşılıyor. Böylece “Onu da tutuklayın, bunu da tutuklayın” cephesi muradına erecektir.
Ama acaba bu durum 28 Şubat soruşturması için yeterli olur mu?
28 Şubat sürecinde, genel bir irtica tehdidi havasını yaratan unsurların bir bölümü de bizzat Milli Görüş hareketinin içinden geliyordu.
Hasan Hüseyin Ceylan’ın, Şevki Yılmaz’ın ve başka isimlerin “söylev ve demeçleri”nin bu sürece katkısı herhalde gazetecilerin katkısından daha fazlaydı. Erbakan’ı, Kazan’ı, Asiltürk’ü saymıyorum bile! Soruşturma acaba oraya doğru da genişletilecek mi?
Rahmetli Necmettin Erba-kan’ın, 28 Şubat kararlarına karşı bir girişimde bulunmamış olmasının nedeni tanıkların ifadelerine göre “idare ederek çözmek” düşüncesinde olmasıydı.
Erbakan için geçerli olan şey, başkaları için neden geçerli olmuyor diye de merak ediyorum. Acaba onlar da “Askeri idare edersek bu süreç darbesiz atlatılır” diye düşünmüş olmasınlar?