HÜRRİYET

Sınırın iki yanında da aynı takiye

İRAN Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın, Türkiye gezisinde Anıtkabir’i ziyaret etmemesinin nedeni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün o tarihte İstanbul’da bulunmasıymış.

Bu açıklamayı dün İran Dışişleri Bakanı yaptı.

Ahmedinejad’ın, Anıtkabir ziyaretini programına koymamak istemesi nedeniyle gezinin bir “çalışma gezisi” olacağı açıklanmıştı daha önce.

Demek ki siyasal İslamcılar için ülke fark etmiyor. Yalan söylemek, hadi kibarca söyleyelim takiye yapmak sınırın iki yakasındaki İslamcılar için de kabul edilebilir bir durum.

Bu gezinin İran’ın nükleer enerji konusundaki ısrarlı tutumuna verilmiş dolaylı bir destek olduğu çok açık.

AKP iktidarı, “kan bağından” olsa gerek İran’ın nükleer hevesine yarım ağızla karşı çıkmayı marifet sanıyor.

Farkında değiller ki İran’ın bölgede nükleer bir güç olmasından zarar görecek olan iki ülkeden birisi İsrail ise diğeri de Türkiye’dir.

AKP’nin ileri gelenleri Türkiye’nin bölgede önemli bir siyasal güç olmak istediğini, bu tür temasların bu amaca hizmet edeceğini söylüyorlar ama nükleer güce sahip bir İran’ın yanında Türkiye’nin bölgede esamisinin okunmayacağının da farkında değiller.

Türkiye elbette komşu İran ile dostça geçinmeli ve iyi ilişkiler kurmalı.

Buna kimsenin bir diyeceği olamaz.

Ancak bu gezinin İran’ı nükleer girişimleri konusunda cesaretlendireceğini ve bundan en büyük siyasal zararı da Türkiye’nin göreceğini unutmamak gerek.

Rusya ile aynı kaderi paylaşıyoruz

DÜN ajanslardan geçen haberlerden bir tanesi ilgimi çekti.

Rusya’nın, dünya politikasına yön veren devletlerarası bir oluşum olan G-8 üyeliğinden atılması gündeme gelmiş.

Bu nedenle G-8 hareketinin kendini feshedeceğinden söz ediliyor.

Aslına bakarsanız Türkiye ile Rusya’nın tarihsel geçmişleri ve bugünkü kaderleri birbirine çok benziyor.

Osmanlı da, Çarlık Rusya’sı da dönemlerinin güçlü devletlerindendi. “Düveli muazzama” diye okullarda bize düşman diye belletilen ülkeler arasında her ikisinin de yeri vardı.

Ama Türkiye de, Rusya da hiçbir zaman Avrupalı olamadılar.

Biz kendimize baktığımızda bu dışlanmışlığı “dini gerekçelerde” aradık hep. “Biz Müslümanız, Avrupa bizi içine elbette almaz” görüşünü kolayca benimsedik.

Oysa Rusya da Hıristiyan Avrupa ile aynı dini paylaşıyor olmasına rağmen bizim gibi “kenarda tutulmak” istendi.

Üstelik onlar sadece aynı dini değil, çok ciddi bir kültürel geçmişi de paylaşıyorlar.

Rus edebiyatı, resmi, müziği olmadan Batı kültür mirası tarif edilebilir mi?

Ama buna rağmen Rusya da tıpkı bizim gibi, Avrupa için her zaman “öteki” olmaktan kurtulamadı.

“Aynı tarihsel kaderi paylaştığımıza göre acaba biz Rusya ile birlikte kendimize başka bir yol mu çizsek” sorusunu zaman zaman düşünmüyor da değilim.

Ancak bunun görünür gelecekte imkánsızlığının da farkındayım.

Türkiye’de ve Rusya’da günün birinde gerçek bir demokrasi hayata geçirilebilirse, belki bunları da konuşuyor olacağız.

O vakte kadar ihmal etmememiz gereken gerçek Rusya ile Türkiye’nin bölgede hasım değil, “ortak çıkarlar için” var olabilmelerini sağlamaya çalışmaktır.

Ukrayna almış başını gidiyor

BİR iş toplantısı için dün Ukrayna’nın başkenti Kiev’e geldim.

Bu kente ilk gelişim değil. Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı döneminde yaptığı resmi geziyi izleyen gazetecilerden biri de bendim.

Onun dışında üç kere de futbol tutkum nedeniyle geldim.

Her seferinde bambaşka bir Kiev buldum karşımda.

Böylesine hızla değişen kentler, beni çok heyecanlandırıyor.

Ukrayna, Avrupa-ABD ittifakı ile Rusya arasındaki nüfuz çatışmasının kurbanı olmaz ise ekonomik bir patlamaya hazır görünüyor.

Kiev’de ilk kez bir iş toplantısı için bulunmam, kente farklı bir gözle bakmama da yardım etti.

Emlak fiyatları almış başını gidiyor. Kent merkezinde işyeri ya da evlerin metrekare fiyatı, İstanbul’u bile sollamış durumda. Metrekare başına 10 bin dolarlardan söz edilirken, insanların bunu çok normalmiş gibi gördüklerine tanık oldum.

Emlak talebinin patladığı ve buna karşın arzın son derece sınırlı olduğunu gösteriyor bu durum.

Özellikle Avrupa ve İsrailli şirketlerin, büyük tarım arazileri satın aldıklarını da öğrendim.

Ülkeye gelen yıllık 26 milyon turist ise beni en çok şaşırtan rakam oldu. Bu ülkenin bir turizm potansiyeli olduğunu bugüne kadar hiç düşünmemiş olmama şaşırdım. Sadece Kiev’de değil, Karadeniz kıyılarında ve sanayi bölgelerinde de otel inşaatları almış başını gidiyor.

Kısacası şunu söylemeliyim ki bu ülke Türk şirketleri için önemli bir yatırım alanı olabilir.

Elbette Sovyetik çalışma alışkanlıklarını ve Sovyetler sonrası ortaya çıkan “yasal sınırları aşma hevesini” dikkate almak gerekiyor.