Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Tedbirli bir Türk böyle yapar

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’e internetten 14 bin soru sorulmuş. Bunlardan 220 tanesi beğenilmiş ve oylamaya açılmış. 2 milyon kişi oy kullanmış.

Cumhurbaşkanlığı, “en beğenilen soru sahiplerinin” Köşk’e kabul edileceğini ve sorularını bizzat Cumhurbaşkanı’na sorabileceklerini açıklamıştı.
Bu, geçen gün gerçekleştirildi ve sürpriz: En çok oyu alan soru, atanamayan öğretmenlerin sorunlarıyla ilgiliydi ama sorunun sahibi Köşk’e gelemedi. Çünkü mail adresi doğru çıkmadığı için kendisine ulaşılamamıştı!
Bu haberi okuyunca “İşte nasıl bir ülkede yaşadığının bilincinde olan sorumlu bir vatandaş” diye düşündüm.
Sorunun sahibi büyük olasılıkla atanma sorunu yaşayan bir öğretmen olmalıydı ya da bir yakını.
“Ne olur ne olmaz” diyerek kimliğini saklama ihtiyacını hissetmiş ki bunda haksız da sayılmaz.
Bizim devlet büyüklerimizin öfkelerinin ne zaman taşacağı, ne zaman şefkat seline kapılacakları da belli olmaz çünkü.
Bir de kraldan çok kralcılar vardır, malum. Devlet büyüğünün kızmadığı şeye onlar, onun adına kızarlar ve onların öfkelerinden kurtulmak da kolay değildir. Her devlet büyüğümüzün çevresinde böyle çok sayıda yancı bulunur. Onun için tedbirli olmak bir Türk vatandaşının, hele de memursa asla vazgeçmemesi gereken bir alışkanlığı olmalıdır.
Konu “Cumhurbaşkanı’na sorulardan” açılmışken bizim malum soruya değinmeden geçmek olmaz tabii. Bu soruyu internetten sormadım ama bana ulaşan okuyucu mektuplarından bu soruyu soranlar olduğunu ve yanıt alamadıklarını da öğrendim. Haklarında bir işlem yapılıp yapılmadığını da bu aşamada bilemiyoruz tabii!
Ben bir kez daha sorayım: Suudi Kralı’nın hediyeleri meselesinde hangi aşamadayız? Kanunda yazılı süre içinde bu hediyeler beyan edildi mi? Beyan edildiyse neden açıklanmıyor? Beyan edilmediyse neden edilmedi?

Sivilleşen ülkemiz için bir örnek olay!

HIZLA sivilleşen ve 12 Eylül ile hesaplaşan ülkemizde “metrobüs vakası” adı verilen bir olay yaşandı, belki hatırlarsınız.
Metrobüste ülkemizdeki adalet sistemini eleştiren bir sohbet yapan biri kız, biri erkek iki genç, iki sivil polisin saldırısına uğradı.
Sivil polislerden biri genç kızın saçını eline dolayarak “Burada sevişmeyin. Ben polisim” diye bağırmış. Hayal gücü geniş bir memur olmalı ya da “sevişme” diye tanımlanan eylem ile ilgili bilgileri benimkinden farklı olmalı. “Metrobüste” bu iş nasıl yapılabilir? Bunu gerçekten merak ettim!
Sivil polislerden kadın olanı kendisini savunurken “Devlet aleyhine konuşuyorlardı” diyor.
Demek ki yeteri kadar sivilleşip, 12 Eylül ile hesabı tam olarak kapatamamışız!
Taraflar birbirinden şikâyetçi olunca savcılık bir iddianame hazırlamış. Gençlerden kadın olanına 7.5 yıl, erkek olanına 5.5 yıl hapis cezası isteniyor. Olayı başlatan sivil polislerden kadın olanı için 5 yıl, erkek olanı için de 3 yıl hapis cezası talep ediliyor.
Bir otobüste birbiriyle tartışan dört “sivil” vatandaş var. Olayı başlatan “sivil” görünümlü “resmi” kişi! Ama gerçekten “sivil” olanlara daha büyük ceza isteniyor.
Çünkü sivilleşen Türkiye’de, elbiseleri “sivil” de olsa resmi kişilikler “daha ziyade müsamahaya mazhar” kişilikler olarak kabul ediliyorlar.
Tıpkı, İzmir’de, karakolda dayak yiyen kadının, kendisine döven polislere direnmeye çalıştığı için daha fazla hapis cezası tehdidi ile karşı karşıya olması gibi!
Sistemimiz, vatandaşın vergileriyle maaşlarını alan ve vatandaşa hizmet etmek ile yükümlü olan kamu görevlilerini, vatandaşlardan daha üst bir konumda değerlendiriyor çünkü.
Kökleri çok derine giden bir durum bu. “Yandaş” ve “liberal” yazarlar bundan “ittihatçıları” sorumlu tutuyorlar ama ittihatçılar ortada yokken de durum böyleydi.
Ve günümüzde de ittihatçıların esamisi bile okunmuyor ama durum aynı!

Yaşasın Türk adaleti!

DENİZ Feneri ile ilgili soruşturmayı yürütürken işten el çektirilen savcılar için 11 yıl ahpis cezası ve kamu haklarından men edilmeleri isteniyor.
Ben küçükken Türk filmlerinde mahkemeler bittiğinde, kararın durumuna göre sanık ya da davacılar “Yaşasın Türk adaleti” diye bağırırlardı.
Bu öyle moda olmuştu ki gerçek hayatta da yaşanıyordu. Gazetelerde mahkeme haberlerinde şöyle cümlelere sıkça rastlanıyordu: “Kararın açıklanmasından sonra sanık ‘Yaşasın Türk adaleti’ diye bağırdı!”
Deniz Feneri Savcıları hakkında hapis cezası istemli dava açıldığı haberini gazetelerde okurken ben de yüksek sesle “Yaşasın Türk adaleti” diye bağırdım! O sırada Frankfurt’ta bir otel lobisinde oturuyordum ve arkadaşım Ferit, “İyi misin, C vitamini vereyim mi” diye sordu!
Gerçekten de adalet sistemimiz için ilginç bir durum!
Almanya’daki mahkeme “Deniz Feneri yolsuzluğunda asıl suçlular Türkiye’de” kararını verdiğinde yeni doğmuş çocuklar yürümeyi öğrendiler, konuşabiliyorlar, hatta içlerinde rakamları ona kadar sayabilenler bile var!
Ama Deniz Feneri ile ilgili olarak Türkiye’de açılmış bir dava yok. Soruşturmayı tamamlayıp, sanıkları tutuklayan ve davayı açmak üzere olan savcılar hakkında dava açılıyor!
Zahit Bey ve Zekeriya Bey’in olanca güçleriyle “Yaşasın Türk adaleti” diye bağırmalarının tam zamanıdır!