Temayül yoklaması tiyatrosu
AKP’de kongre hazırlıklarını yürüten Teşkilat Başkanı Mustafa Ataş, Milliyet gazetesinden Şebnem Hoşgör’ün sorularını yanıtladı ve “genel başkan adayının belirlenmesinde temayül geleneğini sürdüreceklerini” açıkladı.
Anlattığına göre olay şöyle cereyan edecekmiş:
Milletvekillerinin, MKYK üyelerinin, il başkanlarının, kadın ve gençlik kolu başkanlarının görüşleri alınacak sonra bu görüşler doğrultusunda genel başkan adayı açıklanacakmış.
Ataş, Anadolu Ajansı’na da şunu söylemiş: “Cumhurbaşkanımızı yok mu sayacağız? Mutlaka onun görüşlerini de alarak bu önemli kararları birlikte vereceğiz.”
Bu haberi okuyunca gülmekten karnımın ağrıdığını söylemeliyim.
Belli ki Mustafa Ataş Bey, memleketim insanlarının hepsini salak zannediyor.
Bu söylediklerine inanacak kaç kişi bulabilir acaba?
Başkasını bırakın acaba kendisi inanıyor mu diye merak etmedim de değil!
Erdoğan partiden ayrılırken yapılan temayül yoklamasında birinci sırada Abdullah Gül, hem de uzak ara çıkmıştı.
Ahmet Davutoğlu ise listenin son sırasındaydı.
Ama tek seçici onu seçti ve bir işaretiyle Davutoğlu’nu genel başkan ve başbakan yapıverdi.
Yine öyle olacak.
Çünkü o partide Erdoğan’dan başka kimsenin “özgül ağırlığı” yok.
Kendinde böyle ağırlıklar olduğunu vehmedenlerin hepsi, kongreyi dışarıdan seyredecek.
Kendilerinden bekleneni yerine getirecekler: Parmak kaldıracaklar!
Erdoğan işaret edecek, onlar da gidip oylarını verecekler. Hepsi bu. Temayül yoklamasıymış, yetkili kurullarmış filan büyük bir palavradan ibaret!
—————————————-
Hayali düşmanla savaşıyor
Cumhurbaşkanı’na bakarsanız, AB, Schengen ülkelerinin uyguladığı vizeyi kaldırmak için Türkiye’den “terör örgütü konusundaki tutumunu yumuşatmasını” istiyormuş!
Tabi o da buna karşı aslanlar gibi mücadele ediyor!
Ama işin ilginç olan tarafı şu ki AB’nin böyle bir isteği filan da yok.
Cumhurbaşkanı, biliyor ki kendisi gerçek olmasa da bir sözü ne kadar çok tekrarlarsa, inananların sayısı da o kadar artıyor.
Memleketin bir bölümü de zaten onun ağzından çıkan her şeye inanmaya da hazır.
Onun için böyle aslında hiç olmayan bir şeyi varmış gibi göstererek, Türkiye’nin terör örgütü karşısındaki haklarını Avrupa’ya karşı kahramanca savunan baş komutan haline geliyor.
AB’nin istediği terörle mücadele kanunundaki değişikliklerin bir tek amacı var:
Ağzını her açan muhalifi, terör örgütü mensubu diye hapse atma!
Silahlı eylem içinde olmayan, silahlı eylemleri teşvik etmeyenleri, sırf söylediklerini beğenmiyorsun diye terörist ilan etme.
İstedikleri şey bu. Madem Avrupa Birliği’nin bir parçası olmak istiyorsun, Avrupa Birliği’nin demokrasi standartlarına uy!
Hangi Avrupa ülkesi, kendi ülkesinde teröriste hoşgörü gösteriyor ki Türkiye’den de bunu beklesin?
Hatırlarsınız, Ahmet Davutoğlu vize muafiyeti karşılığında mülteci anlaşmasını imzaladığında, bunun göz boyamaktan ibaret olduğunu, Türkiye’nin kendisinden beklenen demokratik şartları yerine getiremeyeceğini söylemiştim.
Nitekim öyle de oldu.
Sıra demokratikleşmeye, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne gelince, AKP hükümeti bir kez daha yan çizdi.
Çünkü bu arkadaşların ajandasında demokratikleşme yok.
Ajandaları belli: Türkiye’de İslamcı bir tek adam rejimi kurmak.
———————————–
Mesele sadece para değil
Maliye Bakanı Naci Ağbal, bilim insanı, mühendis gibi nitelikli mesleklere sahip insanların Türkiye’ye gelmesinin teşvik edileceğini söyledi.
“Bu tür nitelikli insanlara İngiltere’de ne veriliyorsa, Türkiye’de de aynı kolaylıklar sağlanmamız lazım” dedi.
İyi niyetli bir girişim tabii.
Bu tür teşvikler sadece yurtdışından gelecek bilim insanlarına değil, Türkiye’den gitmek zorunda kalan nitelikli TC vatandaşlarına da verilmeli aslında.
Beyin göçünü hiç olmazsa durdurmaya yönelik teşvikler de düşünülmeli.
Ancak Naci Ağbal’ın ıskaladığı bir şey var.
“Bu tür nitelikli insanlara İngiltere ne veriyorsa” aynısını vermekten söz ediyor ama unutuyor ki bu sadece para ile ilgili bir konu da değildir.
Ülkeniz ne kadar özgür? İnsanların bilimsel çalışmalarını rahatça yapabilecekleri bir ortam var mı?
Bilim insanlarının sırf bir bildiriye imza attılar diye üniversitelerden kovulduğu, haklarında terörist soruşturması açıldığı bir ülkeye, nitelikli bilim insanları niye gelsin?
Düşündüğünü rahatça ifade edemeyen bir bilim insanı, bilimsel çalışmalarını özgürce yürütebilir mi?
Öte yandan başka insani meseleler de var. Türkiye’de başına olmadık bir şey gelen bir yabancı bilim insanı mahkemelerimize güvenebilir mi? Böyle bir güven duymadığı bir ülkeye, kaç para maaş verirsen ver, gelir mi?
İngiltere’nin, Amerika’nın, öteki Avrupa ülkelerinin bilim insanlarına cazip geliyor olmasının tek sebebi dolgun ücret ve maaşlar değildir.
O ülkedeki genel atmosferdir.
Bombaların patladığı, bir bölümünde ilan edilmemiş bir savaşın sürdüğü bir ülke, böyle bir atmosferi sağlayabilir mi?
Ayrıca her gün televizyonlardan, radyolardan “o sesi” duymak zorunda bırakılmak da cabası!
——————————-