BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, gazetelerin Ankara temsilcilerine verdiği iftar yemeğinde “Herkesin tef gibi gerildiği bir Türkiye’deyiz.
Siz soru sorarken, ben cevap verirken geriliyorum” demiş.
Bu devirde gazetecilerin soru sorarken “gerilmelerinde” şaşılacak bir durum yok, “zamanın ruhu” medya üzerinde ağır baskıyla da kendisini gösteriyor, gerilimin nedeni bundandır.
Meselemiz neden herkesin tef gibi gerildiği bir ülkede yaşıyor olduğumuzdur.
Acaba bunda ülkeyi yöneten ekibe başkanlık eden kişinin, toplumu “onlar–bizler” diye ikiye bölmesi olabilir mi?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe’deki çalışma ofisinin penceresinden dışarı baktığında Boğaz’ın güzelliklerine dalıp zihnini ve gözlerini dinlendireceğine, Kadıköy vapurundan inen insanların kılık kıyafetlerinden bile rahatsız oluyorsa, insanlar gerilmesinler de ne yapsınlar?
Sorun Başbakan’ın tef gibi gergin olmasında.
O gerginlikle öyle sesler veriyor ki bütün toplumun akordu bozuluyor.
Aslında gerilmesi için hiçbir neden yok.
Başbakanlığını, meşruiyetini tartışan kimse yok.
Seçimle iktidara geldi ve yeniden bir seçim kazanamayacağı güne kadar iktidarını koruyacak.
Toplumumuzun şu anki siyasal eğilimlerine, anketlere vs. bakacak olursak daha uzun süre de böyle olacak gibi.
Sadece kendisine oy verenlerin değil herkesin Başbakanı olduğunu sıkça söylüyor ama her fırsatta “onlar–bunlar” diyerek, toplumun bir kesimini ötekileştiriyor.
Bunun doğal yansıması da bütün milletin bir tef gibi gerilmesi oluyor.
Arınç aynı yemekte “evet efendimci” olmadıklarını, herkesin toplantılarda kendi fikrini açıkça söylediğini de belirtmiş.
Bir fırsat bulup Başbakan’a bu gerilim ortamını yatıştırmasını da öneriyor mu acaba?
Tavır değişmezse paketin ne önemi kalacak?
BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, Kürt sorununun çözüm sürecinin bir al–ver meselesi gibi görünmesinden rahatsız olduğunu söyledi.
“Yaptığımız çalışmalar ile bunlar üst üste gelirse bizi üzüyor” diyor.
Bu köşenin devamlı okuyucuları bu konuyla ilgili düşüncelerimi biliyorlar.
Hep bunu yazdım: Demokratik haklar, PKK ile pazarlığın konusu olamaz, olmamalıdır.
Demokrasi Türkiye’de yaşayan herkese lazım ve yasalarımızdaki antidemokratik hükümlerin ayıklanması işi terör örgütünün silahını bırakıp bırakmamasıyla ilişkilendirilmemeli.
İkisi ayrı süreçlerdir ve memleketimizde insan haklarına saygılı geniş bir demokrasi bugüne kadar kurulabilmiş olsaydı, ayrılıkçı hareketleri marjinalize etmek mümkün olabilirdi.
Gazetelere yansıdığı kadarıyla AKP, daha önce açıkladığı demokratikleşme eylem planını somutlaştırmış ve yeni bir demokratikleşme paketi hazırlamış.
Başbakan’ın incelemesi ve onayından sonra gündeme alınacakmış.
Bu olumlu bir haber ve PKK’nın keyfine bırakılmamalı.
Ama bir not düşmeden de edemeyeceğim:
Başbakan, halkın bir kesimini ötekileştirici söylemini, demokratik haklarını kullanmak isteyen insanları aşağılamayı bırakmadığı sürece, paket ne kadar anlam ifade edecek?
Bunu da düşünmelerinde yarar var!
Seviyenin böylesine ne demeli?
TRT’nin birinci kanalında yayımlanan iftar programında “tasavvuf düşünürü” olduğu iddia edilen bir avukat da ekrana çıkarılmış.
İnternette Hürriyet TV’den izledim, şöyle diyor:
“Hamileliği davul çalarak ilan etmek bizim terbiyemize aykırıdır. Böyle karınla sokakta gezilmez. Her şeyden önce estetik değildir. 7-8 aydan sonra anne adayı biraz hava almak için beyinin otomobiline biner, biraz dolaşır. Sonra akşamüstü çıkarlar. Şimdi ise maşallah, kanatlısı kanatsızı televizyonlarda uçuşuyor. Ayıptır ayıp. Bunun adı realizm değildir. Bunun adı terbiyesizliktir”.
Hamile bir kadın görüntüsünün estetik olup olmadığını tartışmak bugüne kadar hiç aklıma gelmemişti.
Hatta itiraf edeyim, zaman zaman hamileliklerinin ilerleyen aylarında dergilere fotoğraf çektiren yabancı artist–oyuncular görüyorum, son derece estetik bulduğumu da belirteyim.
Tasavvuf, “İnsanın akıl yoluyla erişemediği ilahi gerçekleri sezgiyle arama yolu” olarak tanımlanıyor. Cüneyd Bağdadî şöyle demiş mesela: “Tasavvuf, Allah’ın, seni sende öldürüp, kendinde ebediyen diri kılmasıdır”.
Harkûşî Abdülmelik bin Muhammed de şöyle demiş:
“Tasavvuf ehlinin üç vasfı vardır. Toprak gibidir, iyiye de, kötü kimseye de verir. Bulut gibidir, her şeyi gölgeler. Yağmur gibidir, sevilen kimseyi de, sevilmeyen kimseyi de sular”.
Bunlara bakınca TRT’nin “tasavvuf ehli” diye ekrana çıkardığı kişinin hiç de zannedildiği gibi birisi olmadığını düşündüm.
Sokakta hamile bir kadın görünce bundan göz estetiği bozulan, hamile bir kadının sokağa çıkmasını “hamileliğini davul-zurnayla ilan etmeye” benzeten bir insan bu!
Sığ ve kadınları mal gibi görmeye koşullanmış, kerameti kendinden menkul bir tip!
Hadislerden bile haberi yok, nasıl mutasavvıf olabiliyor, onu da TRT Genel Müdürü’ne sormak gerek.
Vergilerimizi böyle insanları ekrana çıkarmak için mi harcıyorsunuz?
