Uçun kuşlar uçun İzmir’e doğru!
GEÇTİĞİMİZ “uzatılmış” hafta sonu tatilimi İzmir’de geçirdim. Araya bir de Bodrum sıkıştırdım ama asıl hedefim İzmir idi.
Atlas, İstanbul Life gibi dergiler her sene “kış rotaları” ile ilgili ekler veriyorlar.
Dikkat ediyorum hiçbirinde “İzmir” olmuyor. İzmir yakınlarındaki küçük otellerden, yürüyüş güzergâhlarından vs. söz ediliyor ama İzmir, bir kent olarak akla gelmiyor.
Sanıyorum bunda İzmir ile ilgili algılarımız rol oynuyor. İzmir’i “büyük şehir” kabul ediyoruz ve bir hafta sonu tatili için kentten kaçmayı planlarken, bir başka büyük şehre gitmek doğal olarak aklımıza gelmiyor.
Oysa İzmir, büyük bir kent olmakla birlikte aynı zamanda bir “tatil kasabası” da sayılabilir, üstelik de bildiğimiz en eğlenceli sahil kasabasından daha eğlenceli bir yerdir!
Bir kere Çeşme, Kuşadası, Foça gibi yerlere İzmir’i merkez alarak iki adımda gidip gelebilmek mümkün, Bodrum’a bile 2.5 saatte gidilebiliyor.
İzmir’in eskiden ciddi bir otel sorunu vardı, şimdi yok! Oteller temiz, yeni, kaliteli ve İstanbul ile Ankara’ya göre daha ucuz. Lokantalar kaliteli, yemekler lezzetli. Akşam ise gez gez bitiremeyeceğiniz sayıda eğlence yeri, bar ve kulüp var.
Bir hafta sonunu İzmir’de geçirmeyi düşünürseniz, Deniz Restaurant’ta bir öğlen ya da akşam yemeği yemenizi öneririm. En körpe enginarı, en taze baklayı orada bulabilirsiniz. Cibezi, turpotunu, şevketibostanı, radikayı da unutmayalım. Elbette bunları başka lokantalarda da bulabilirsiniz, İzmir’de bu son derece kolay bir şey, ama ben alışkanlıklarımın esiri sayılırım! E bir de Büyük Altaylılık var tabii!
Kahvaltı için benim favorim “boyoz”dur. Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ndeki Dostlar Boyoz Fırını, bence en iyisidir ama öteki boyozculara da haksızlık yapmayalım! Yanında haşlanmış yumurta ve bir demli çay ile kahvaltınız tamamdır!
Kordon’daki kafeteryalarda da gördüm, adam başı 7 liraya kahvaltı veriliyor. Çay limitsiz, peynir, yumurta, zeytin, reçel, bal vs. bir insanı doyurmaya yetecek kadar da bol. Bu fiyatı nasıl tutturabiliyorlar, ben hesabın içinden çıkamadım!
Lafı uzatmayayım: Bir hafta sonunu şehirden kaçarak geçirmek istiyorsanız, İzmir size bir şehir içinde kalarak şehirden kaçma olanağı verecek tek yerdir!
Bas gitarda Recep Tayyip Erdoğan!
İZMİR ’e gidiş nedenlerimden biri de Hürriyet’in eski İzmir temsilcisi Nedim Demirağ için düzenlenen “sürpriz doğum gününe” katılmaktı.
Demirağ’ın emekli olmadan önce sıfatı “İzmir temsilcisiydi” ama aslında Ege Bölge Valisi tanımı daha çok uyardı.
İzmir’in 35 yıllık gece kulübü En Velo’da Nedim’in yıllar içinde biriktirdiği dostları ona bir sürpriz yaptı, hep birlikte güldük, ağladık!
Orada anılara dalmış gitmiş, orkestranın çaldığı şarkıları dinlerken Recep Tayyip Erdoğan’ı hatırladım!
Evet, bu nedenle akıl sağlığımdan şüphe edebilirsiniz ama önce bir dinleyin lütfen:
Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Bir orkestranın en mutsuz insanının hep basçılar olduğunu düşünürüm.
Bateristler çok neşelidirler mesela, kafalarına göre takılır bir havaları vardır. Gitarcılar, “üflemeciler” de dikkat çekerler, kızlar da zaten onları daha çok beğenir bu yüzden onlar da neşelidirler. Solist deseniz, adı üzerinde, bütün gözler onda olduğu için zaten en çok o eğlenir.
Bir tek basçılar hariç!
Bir orkestrada bir basçı demek şudur: Yalnız bir adam, boynunda bir gitar ya da önünde koca bir kontrbas, o kalın telleri çekmekten parmaklar nasır tutmuş. Orkestradaki herkes neredeyse göbek atma raddesine gelir ama o dik duruşunu hiç bozmaz. Gözlerini sabit bir noktaya diker, dım, dım, dım telleri çekiştirip durur.
Bu nedenle de orkestranın en mutsuzu gibi görünür, sinirli bir izlenim verirler.
Oysa orkestra onların üzerine çalar, yani aslında bir bakıma orkestranın yol göstericisi de sayılırlar, adları şef olmasa da! Yani neşeli olmak için her şeyleri vardır ama onlar asık bir suratla yüksek perdeden sesler çıkarmaya odaklanmışlardır.
Orkestrayı izlerken Recep Tayyip Erdoğan’ı hatırlamamın nedeni de budur zaten.
Neşeli olmak, rahat olmak için elinde her türlü imkân var, gelecekte de bu olanakların elinden gideceğine dair bir işaret yok ama o orkestranın en mutsuz insanı gibi davranıyor!
Türkiye’yi yöneten ekibi bir orkestraya benzetecek olursak Recep Tayyip Erdoğan’a, bu özellikleri nedeniyle bas gitardan başka bir enstrüman veremiyorum!
Moskova’dan ilginç bir haber
MUSTAFA Oğuz ve Şener Şen ile birlikte “Dünya Votka Günü”nü kutlamak için Moskova’ya geldim.
Ama su uyur, gazeteci uyumaz, buraya gelir gelmez duyduğum bir haberden söz etmek istiyorum!
Moskova Belediye Başkanı, eğitim kalitesini düşük bulduğu bir okulun kapatılmasına karar verdi.
Moskova Belediyesi Eğitim Dairesi Başkanı, en iyi okulların müdürlerini, bazı yükseköğretim kurumu yöneticilerini ve velileri bir araya getirmiş ve okulları denetlemiş. Bunun sonucunda bir okulun artık eğitime kapatılmasına karar verilmiş.
874 numaralı ortaokul, artık eğitim veremeyecek ve hocaları da artık işsiz!
Okulda yapılan incelemede öğrencilerin yarısından fazlasının matematikten kötü not aldığı ortaya çıkmış. Öğrencilerin yüzde 62’sinin Rusça notu zayıf! Kimya dersinde bu oran yüzde 68, İngilizcede yüzde 70.
İnceleme diğer okullara da yaygınlaştırılacak ve kötü durumdaki okulların müdürleri ile öğretmenleri görevden alınacak. Çok kötü durumda olanlar ise tamamen kapatılacak.
Bu haberi okuyunca bizim okullarımızdaki “sıfırcı hocaları” hatırladım. Benzeri durumda kim bilir kaç okulumuz var?
Öte yandan şuna da dikkatinizi çekerim: Otoriter bir yönetim altında olan Rusya’da, okullar ile ilgili karar verilirken öğrenci velileri de karar sürecinde yer almışlar.
Şaşırdım tabii: Bizim “ileri demokrasi” ülkemizde bırakın velileri ve çocukları, eğitimcilerin bile söz hakkı olamıyor!