Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Ayrımcılığın pozitifi, negatifi olmaz

 Anayasa değişiklikleri nedeniyle gündeme gelen bir tartışma bu: Kadınlara pozitif ayrımcılık yapılsın mı, yapılmasın mı?

“Pozitif ayrımcılık”, en genel ifadesiyle kadınlara bazı hakların kullanımında ayrıcalık tanınmasını anlatmak için kullanılıyor. Özellikle de siyasette..
Kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanmaları Türkiye’de birçok Batı ülkesinden daha eskiye dayanıyor ama hakkın “seçilme” kısmının kadınlar tarafından kullanılabildiğini söylemek mümkün değil.
Bunun birçok nedeni var elbette ama en önde geleni, toplumsal yapımızdan kaynaklanan nedenler. Kadının toplumsal yaşamdaki rolünü “annelik – eşlik” ile sınırlayan ve kadını evinde yaşayan pasif bir cins olarak konumlayan bir toplumsal yapı.. Ve bu sadece bizim ülkemizle sınırlı da değil.
İnsanlık tarihinin belli bir döneminde ortaya çıkan ve bugün de dünyanın neredeyse tümünde yaygın olarak görülen “erkek egemenliğinin” bir sonucu bu.
Ve elbette her ülkenin kendi toplumsal gelişmişlik düzeyine bağlı olarak farklılıklar gösterebiliyor.
Türkiye’de bugün iktidarda olan zihniyetin kadınlara nasıl baktığı herkesin malumu..
Kamu işyerlerine mühendis alınırken bile adaylarda erkek olma şartını arayan, bunun gerekçesini “Kadınlar zayıf yaratıklardır. Ağır işleri kaldıramazlar. Dağda bayırda çalışamazlar” diye açıklayan bir zihniyet..

Kadının yeri evidir!
Nitekim aynı gerekçe Anayasa değişikliği tartışmalarında da önümüze sürülüyor. AKP’li Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, “Siyaset ağır bir iş. Bizde gece 11.00’den sonra evine gelen kadına kötü gözle bakılıyor” derken yine aynı noktadan hareket ediyor: Kadının yeri evidir, işi de eşi ve çocuklarıyla ilgilenmektir! Kadın “erkeklere uygun görülen” işlerde çalışamaz, çünkü zayıftır, narindir vs..
Bu kadın – erkek ayrımcılığının en kaba biçimi. Bu nedenle AKP’nin, özel kontenjanlar tanınarak kadınların siyasete daha geniş katılımlarının sağlanmasına karşı çıkmasında da yadırganacak bir durum yok.
Öte yandan “pozitif ayrımcılık” projesi de tanımı gereği kadınlar ile erkeklerin eşit olmadıkları, olamayacakları noktasından hareket ediyor.
Salt kadın olmanın bile siyasette bir duruşu temsil edebileceğine inanan bazı feminist akımların düşüncelerini çağrıştıran bir yönü de var.. Kadının daha çok temsilinin hoşgörüyü, barışı, adalet duygusunu ülke yönetimine ve siyasete taşıma düşüncesi bu..

Yine ‘lider sultası’ karşımızda
Ancak unutulan şu ki salt kadın olmak kendi başına bir siyasi duruma karşılık gelmiyor. Kadınlar bir toplumsal sınıf değil ve bu nedenle kadın olmak siyasetteki tutum ve davranışları değiştirmez.
Thatcher bir kadındı, evet ama, o özelliğinden önce burjuva ve muhafazakârdı.. Çiller ve Akşener de öyle.. Behice Boran da kadındı, ama siyasetteki varlığı kadın olmasından değil, sosyalist olmasından kaynaklanıyordu. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Siyasette bildiğimiz kadınların tümü kadın oldukları için değil, bir sınıfı, bir görüşü, bir duruşu temsil ettikleri için oradaydılar.
Ve Türk siyasetinin en önemli sorunu da şu ki sadece kadınlar değil, erkekler de siyaset yapabilme olanağından yoksunlar.
Bu açıdan baktığımızda “tam bir eşitlik” olduğunu bile söylemek mümkün.
Türkiye’de asıl sorun siyasete katılımın düşüklüğüdür. Bunun da en temel nedeni siyasal yaşamımızda “demokrasi”nin işletilemiyor olmasıdır.
Sorun, parti liderlerinin sadece kendilerine biat edenlerin siyasetteki varlığına tahammül ediyor olmalarıdır. AKP için de böyle, CHP için de, DYP için de, öteki partilerimiz için de..
Sonuçta kimin siyaset yapacağına karar verecek olanlar Tayyip Bey ile Deniz Bey (ya da herhangi bir parti lideri) olacaksa, bunların kadın mı, erkek mi oldukları neyi değiştirir?
Önemli olan siyasete katılımın ve parti içi yükselme mekanizmalarının herkese eşit olarak açık olmasıdır ki, TBMM’de bunun konuşulduğuna nedense hiç tanık olmuyoruz.