Geçtiğimiz hafta sonu Londra’da 580 civarında tarihi binanın kapıları halka açıldı..
Amaç, adları çok duyulmuş ama işlevleri itibariyle halka açık olmayan binaların meraklılarca gezilip görülmesini sağlamaktı..
Halkın ziyaretine açılan binalar arasında Dışişleri Bakanlığı’nın kullandığı binalar da vardı.
Ve büyük resmi davetlerin verildiği Durbar Court da gezilmesi mümkün olan yerler arasındaydı.
Durbar Court, bizim tarihimizde de önemli yeri olan bir bina. 1867 yılında Avrupa’ya ilk resmi ziyareti gerçekleştiren Padişah Abdülaziz onuruna verilecek davet için yapılmıştı. O günden sonra da önemli resepsiyonlar için kullanılan bir devlet binası olarak hizmete devam etti.. (Abdülaziz, tam üç ay süren bu gezisinde Paris, Londra ve Viyana’yı ziyaret etmişti.)
Çikletlerdeki gibi..
Londra’da yaşayan meraklı bir arkadaşım bu önemli yapıyı gezmiş.
Ziyaretçilere çıkışta İngilizlerin kısaca “Foreign Office” dedikleri Dışişleri Bakanlığı tarafından bastırılmış kartpostallardan dağıtmışlar.
Arkadaşımın anlattığına göre bu kartpostallar “lenticular” adı verilen teknikle basılmış..
Bizim çocukluğumuzda çikletlerden böyle resimler çıkardı, hâlâ çıkıyor mu bilmiyorum.
Hani üzeri tırtıklı, plastik benzeri bir maddeyle kaplı resimler vardır ve elinizde sola-sağa ya da aşağı – yukarı oynattığınızda görüntü değişir.. Kız göz kırpar, futbolcu topa vurur, aslan avının üzerine atlar vs..
Biz de varız!
“Foreign Office”in bastırdığı kartlarda ilk bakışta Avrupa haritası görünüyormuş.. Kartı oynattığınızda da “Yeni Avrupa” haritası..
Yabancılar tarafından dünyanın neresinde görüldüğümüzü çok merak eden her Türk gibi arkadaşım heyecan içinde kartpostalı oynatıp Yeni Avrupa haritasına bakmış..
Türkiye, “Yeni Avrupa” sınırları içinde gösteriliyormuş..
İstanbul’da bu olayı anlattığım arkadaşlarımın çoğunun tepkisi “Bak, gördün mü bizi Avrupa Birliği’ne kesin alacaklar, İngilizler hiçbir şeyi boşuna yapmazlar” şeklinde oldu.
Bilmiyorum, belki öyledir, belki de değil..
Ve galiba İngilizlerin bizi nerede tanımladıklarından çok daha önemli olan şey, bizim kendimizi nerede tanımladığımız..
Kararı biz vereceğiz
Almanya’da düzenlenen bir konserde “PKK’nın tuzağına düşen” şarkıcı Haluk Levent ve arkadaşlarının başlarına gelenlere bakınca böyle düşünüyorum.. Ahmet Kaya’nın böyle saçma sapan bir soruşturma yüzünden gurbette ölüp gidişini ve orada toprağa verilişini hatırlıyorum..
“Yasaları çıkarmak kolay, önemli olan uygulama” diye döne döne yazışımız sebepsiz değil..
Biz Avrupa Birliği’ne zihnen gerçekten hazır mıyız acaba?
Yanlışlıkla katıldığı bir konser yüzünden bir şarkıcının iki gün gözaltında tutulmasına, savcılıkta ve mahkeme koridorlarında süründürülmesine hangi AB ülkesinde rastlanıyor?
Hangi Avrupa ülkesinde bir işkence davasında, adli tıp raporu, aylardır yerine ulaştırılamadığı için karar gecikiyor?
Soruları artırmak mümkün..
AB’ye girip giremeyeceğimizin kararını biz burada vereceğiz, Avrupa başkentlerinde hiç tanımadığımız insanlar vermeyecek.
Yanıtını bulacağımız asıl soru da bu: Türkiye’de halk, demokrasiye, herhangi bir AB ülkesi halkından daha az mı layık?