Haddini de bilmiyor, ağzının tadını da!
Türkiye’de politikacı denilince insanın gözünün önüne pek iyi vasıfları olmayan bir tip geliyor. Politikacı imajındaki düşüklüğün sebebi ne yazık ki bazı durumlarda bizzat politikacıların kendileri olabiliyor.
Alın, Meclis lokantasında kırk yıllık ‘papaz yahnisi’nin adını değiştirtmek isteyen milletvekilini.
Milli değerlere çok düşkün olduğunu iddia eden bu temsilcimiz ‘papaz yahnisi’nin adını değiştirtmek istemesini “yabancılar imam bayıldı yiyorlar mı ki biz papaz yahnisi yiyelim” diye açıklıyormuş. Israr üzerine Meclis lokantasının mönüsünden ‘papaz yahnisi’ çıkarılmak zorunda kalınmış.
ANAP’lı AIi Er bununla da yetinmiyor Ekim Devrimi’nden kaçıp Türkiye’ye gelen Beyaz Rusların mutfağımıza soktukları ‘Rus salatası’nın da adını Türk salatası’ olarak değiştirmek İstiyormuş. Garsonlara emir vermiş:
“Bundan böyle Türk salatası istediğimde bana bu salatayı getireceksiniz.”
Patatesi, bezelyeyi, salatalık turşusunu, salamı, havucu bir arada tutan ve bu karışıma ‘Rus salatası’ adını verdiren şey mayonez. Ve Türk icadı değil.
Zaten ömrü at sırtında geçen, yerleşik düzene geçmesi yüzyıllar alan atalarımızın yumurtayı zeytinyağı ve limonla çırpmayı akıl etmeleri beklenemezdi. Buna karşılık atalarımız da at sırtında dolaşmanın tadını, başkaları diş kesmez iste kurutulmuş et yerken, pastırma yiyerek çıkarıyorlardı.
Er, mönüdeki ayvalı çoban kavurma ve şehriyeli mercimek çorbasına da takmış. İddiasına göre bunlar da ‘milli yemeklerimizden’ değilmiş.
Biran düşündüm, mutfağımızdan ‘milli olmayan’ yemekleri çıkarmak zorunda kalsak içimiz dışımız kebap olurdu. Hatta onların da bir bölümünü ‘Kürt yemeği’, ‘Arap yemeği’ diye bir kenara bırakmamız gerekirdi.
Bizim Anadolu’daki geçmişimiz topu topu 900 yıllık. Alpaslan beyaz elbisesiyle Malazgirt’te zafer kazandığında bu topraklara geldik.
Bizden önce buralarda olanlar da elbette aç yaşamıyorlardı. Zeytinyağıyla tencere yemekleriyle burada tanıştık. Asya’nın bozkırlarında yetişmeyen nadide sebzeleri ilk kez Anadolu’da tattık.
Göçebelerin her yeni duruma kolay uyum gösterme yeteneğine sahip olduğumuz için de Anadolu’da bulduğumun yemekleri kendi ağız tadımıza uydurup, mutfağımıza sokmakta çok zorlanmadık. Zaten Türk mutfağı denilen şey de İmparatorluk sınırları içinde yaşayan her etnik grubun kendine özgü mutfak geleneklerinin bir sentezi değil mi?
Önerim Ali Bey’in her öğünde sucuk ve pastırma yemesidir. Böyle yaparsa-hem gayri milli şeyleri ağzına sokmamış olur hem de çok kötü sarmısak kokacağından insan içine çıkamaz.
Belki böylece Türk mutfağının birbirinden ilginç renklerini ‘bu milli-bu gayri milli’ diye ayıran bir zihniyeti Meclis lokantasından uzak tutmayı başarabiliriz.