Ekmek Üreticileri Sendikası Başkanı Cihan Kolivar, “ekmek aptal toplumların temel gıda maddesidir” dediği için önce gözaltına alındı; ardından “bağımsız” bir hâkim tarafından tutuklanarak hapse yollandı.
Tutuklama gerekçesi, artık alıştığımız standart gerekçe: Türk milletini alenen aşağılamak!
Kolivar’ın televizyon programındaki sözleri şöyleydi:
“Siz temel gıda maddesi sayıyorsunuz ben saymıyorum. Ekmek aptal toplumların temel gıda maddesidir. Bilimsel bir şey konuşuyorum, ezber değil. Kişi başı tüketim 210 kilo; İsveç, Norveç, Japonya’da 50 kilo. Bizim toplum ekmek ile doyduğu için başında 20 senedir böyle yöneticiler duruyor.”
Bu sözleri üzerine AKP Sözcüsü Ömer Çelik şöyle konuşmuştu:
“Bu şahsın milletimizi ve ekmeği aşağılamanın yanı sıra husumet siyasetinin elamanı olduğunu belli eden açıklamaları ise başlı başına nefret siyasetidir.”
Bu açıklamanın ardından bağımsız bir yargıcın tutuklama kararı vermesi kaçınılmazdı.
Çünkü sinirlendikleri asıl konu, ekmeğin “aptal toplumların temel gıda maddesi olduğunu” söylemesi değil.
Sinirlendikleri asıl konu “bizim toplum ekmek ile doyduğu için başında 20 senedir böyle yöneticiler duruyor” cümlesindeki görüş.
Bu sözlerden “Türk milletini alenen aşağılamak” suçu çıkartılıyorsa, ağzını açan herkesin günün birinde cezaevini tatması kaçınılmaz olacak.
Bilmiyorum hatırlıyor musunuz, geçtiğimiz ayın son günlerinde Halil Konakçı isimli, imam kılığına girmiş bir tip, Türkiye’de yaşayan kadınları alenen aşağılayan bir konuşma yaptı.
Bu adam “kadın – erkek eşitliği tamamen yalan. Namazını kıldırt hanımına, başını örttür. Sokaklar kasap dükkânı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor” diye konuşmuştu.
Birileri bu kişi hakkında suç duyurusunda bulunmuş!
Herkesin her söylediği yüzünden bir suç duyurusuna muhatap olmasının tek anlamı var: Bu toplumun sinirleri bozuldu.
“Et görmekten için dışına çıktıysa sen de bakma” deyip geçilecek bir konuşma bile suç duyurusuna konu olabiliyor.
Nitekim bu suç duyurusu işleme konulmamış ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa’daki ifade özgürlüğü maddelerine dikkat çekilerek şu karar verilmiş:
“Bu düzenlemeler incelendiğinde ifade özgürlüğünün kişinin kendi fikrini herhangi bir baskı veya engellemeye maruz kalmadan dile getirmesi olduğu sonucuna varılır.”
Görüyorsunuz, imam Konakçı olayında olduğu gibi Adliyemiz bazen İsviçreli hakimlere bile parmak ısırtabiliyor, bazen de ekmekçi Kolivar olayında olduğu gibi Kuzey Kore hâkimlerine rahmet okutuyor.
Aradaki farkı yaratan, sözleri kimin, hangi maksatla söylediği.
Eğer aklını seksle bozmuş, gördüğü her kadından tahrik olan bir sapıksanız hiç önemli değil, iktidardan yana olmanız fikir özgürlüğüne sahip olmanıza yetiyor.
Protein ve tahıl bazlı beslenme alışkanlıklarının zihinsel gelişmeye etkisine dikkati çekmek isteyen biriyseniz ve bu yetersiz zihni gelişmenin ülkenin yönetimine yansımasını eleştiriyorsanız, yeriniz hapishane.
Aradaki farkı yaratan bu.
Bu fark, Erdoğan rejiminin artık temel karakteristiği haline geldi.
Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle teminat altına alınmış haklarınızı kullanıp, kullanamayacağınız, kim olduğunuza bağlı.
———————————
İran rejimi muhakeme kabiliyetini de yitiriyor
Geçtiğimiz Eylül ayının 13’ünde, İran rejiminin polisi tarafından başörtüsünü kullanma biçimi “uygun” bulunmayan Mahsa Amini, karakolda öldürüldü.
O günden beri de İran’da bireysel haklarına sahip çıkma mücadelesi için hayatı pahasına protestolara katılanların sayısında büyük bir artış olduğunu izliyoruz.
İran halkının isyanının, teokratik diktatörlüğün yıkılmasına varacağını söyleyebilmek için çok erken.
En büyük sorun da İran’da muhalefetin “kendiliğinden” oluşmuş olması.
Halk hareketinin kolayca bastırılamamış olması, korku duvarının yıkıldığına işaret ediyor ancak bu isyanı, rejimi değiştirmeye doğru kanalize edecek bir muhalif siyasi örgütlemeden söz edebilmek bugün için mümkün değil.
Dün gelen haberler, İran parlamentosunun, özgürlük isteyen protesto gösterilerine katılanlara “idam cezası” verilmesini talep eden bir kararı onayladığını gösteriyordu.
İsyanın ilk gününden bu yana gösterilere katıldıkları için tutuklananların sayısının 15 bini geçtiği bildiriliyor.
Rejim, 15 bin kişiyi idam edecek kadar aklını yitirmiş olabilir mi, bilmiyoruz.
Ancak rejimin, halkı bir kez daha korkunun esiri haline getirmek için bu yolda çok cana kıyabileceğinin işaretleri de var.
Şah’ı İran’dan kaçmasına ve Humeyni’nin, Paris’ten Tahran’a gelmesine yol açan gösterileri hatırlıyorum.
Ölümü göze alarak her gün sokaklara dökülenler, şimdi sokaklarda olanların anaları – babaları, yakınlarıydı.
Bugün rejimin önemli kademelerinde olanlar da o günlerde o insanlarla sokaklara çıkanlar arasındaydılar.
Özgürlük talebiyle sokaklara dökülenlerin, böyle ölüm tehditlerine kolayca boyun eğmeyeceklerini en iyi onlar biliyor olmalı.
Ancak belli ki protestolar rejimin akıl sağlığını da etkilemiş, muhakeme kabiliyetini yitirmesine neden olmuş.
Daha fazla insanın canı yanmadan akıllarının başlarına geleceğini ümit edelim.
Ve dikkatinizi çekmek istediğim bir şey daha var: “Esad, Suriye’de halkını öldürüyor” diye yeri göğü birbirine katıp, Türkiye’nin başına üç milyon mülteci sorununu açan Erdoğan ve arkadaşlarının ağzından, İran’daki rejimin işlediği cinayetler ile ilgili tek kelime duymadık.
————————-