Aday bozulmasın diye kışı beklemek
Altılı masanın Cumhurbaşkanı adayını açıklaması kış aylarını bulabilirmiş.
“Masa”, ortak aday çıkarma konusundaki fikrinden geri adım atmamış ancak “erken açıklarsak yıpratılır” tezi hala ağırlığını koruyormuş.
Ortak adayın açıklanması durumunda kamuoyunun ilgisinin ortak adaya yöneleceği; bunun da partilerin seçim programlarının etkisini düşürebileceği görüşü de varmış.
Cümlelerim “mişli geçmiş zaman” çünkü bu Gülsen Solaker’in DW Türkçe’de yayımlanan bir kulis haberi.
Çıkartılacak adayın “yıpratılması endişesi” öteden beri bana garip geliyor.
Yani muhalefet Cumhurbaşkanı adayı olarak bir isim seçecek ve bu isim üç beş ayda yıpratılıp, bir kenara atılacak!
Böyle düşünüyorlarsa, akıllarındaki isimlerden hemen vazgeçmelerini öneririm.
Muhalefet, yıpratılamayacak, bütün vasıflarıyla sağlam bir aday bulamayacağını mı düşünüyor ki iki – üç ayda yıpratılabileceğine inanıyor?
Öte yandan partiler farkındalar mı bilmiyorum ama iki seçim yapacağız.
Birisi “yürütme yetkisini” kullanması için Cumhurbaşkanı, diğeri “yasama” görevini yerine getirmesi için TBMM.
Partilerin TBMM seçimlerinde kampanyalarını yürütecek binlerce milletvekili adayı sahada olacak.
Partilerin yerel örgütleri, genel merkezden alacakları destek de cabası.
Yani partiler, programlarını halka rahatça anlatabilecek durumda olacaklar, endişeleri yersiz.
Oysa Cumhurbaşkanı adayı bir tek kişi!
Rakibi de 20 yıldır ülkeyi yöneten, medyanın yüzde 90’ını kontrol edebilen, kampanyasında devletin bütün olanaklarını sonuna kadar kullanacağını geçmişte de göstermiş olan Recep Tayyip Erdoğan.
Kimin daha çok zamana ve daha çok ilgiye ihtiyacı var dersiniz?
Muhalefetin Cumhurbaşkanı adayının mı daha çok zamana ihtiyacı var, muhalefet partilerinin mi?
Adayın açıklanması geciktikçe, altılı masanın içindeki uyumun da bozulmaya yüz tutacağını şimdiden söyleyebilirim.
Çünkü iktidar bloğu bu konuyu kaşıdığı gibi potansiyel adaylar ve partilerin öne çıkmaya hevesli karakterleri de rahat durmayacak.
Adayın açıklanmasındaki gecikmenin yaratabileceği olası bir sonuç günün birinde masanın bu nedenle dağılması bile olabilir.
Gazetecilerin eleştirilerini “bize akıl verme” diye ellerinin tersiyle itme eğiliminde olduklarını görüyorum.
Ben söylemiş olayım, onlar isterlerse dinlemesinler.
Sözlerini tekrarlayacak borazanlar arıyorlarsa, gazeteci süsü verilmiş maiyet memurları bulmaları lazım.
Fahrettin Bey’e danışabilirler, o bu işleri çok iyi biliyor.
———————————-
Dertleri ecdat değil, kavga çıkarmak
AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal da Tunç Soyer’e sinirlenenler kervanına katıldı.
“Yunan’a haddini bil demesini beklediğiniz belediye başkanı, kalktı ecdadımıza dil uzattı” dedi.
Cumhurbaşkanı da aynı gençlere aynı minvalde nutuk attı.
Hem Cumhurbaşkanı’nın hem de Mahir Ünal’ın ecdatları konusunda daha seçici olmalarını beklerdim.
Çünkü Soyer’in “dil uzattığı ecdat” ne yazık ki gerçekten hain olarak nitelenebilecek vasıflara sahip.
Dün de yazmıştım, tekrar hatırlatayım:
Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının, işgale karşı direnişi örgütleyen Kuvayı Milliyecilerin ölüm fetvasını eski şeyhülislamlardan Mustafa Sabri yazdı. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah onayladı. Sadrazam Damat Ferit imzaladı. Sultan Vahdettin yürürlüğe koydu.
Soyer’in konuşmasında hedef aldığı “ecdat”, aslına bakarsanız ecdat filan da sayılmaz.
Kurtuluş Savaşı kazanılınca apar topar ülkesini terk eden sıradan, vasıfsız alçaklar bunlar.
Bunu elbette başta Erdoğan, AKP kadroları da biliyor olmalı.
Aslında dertleri tarihimize sahip çıkmak filan da değil.
Öyle olsaydı önce “osur osur ipe diz tarihçisi” İsmail Kahraman’ın ağzının payını verirlerdi.
Dertleri, bir kez daha kültürel bir savaş çıkarmak.
Kültürel farklılıklar üzerinden toplumu ayrıştırmak, izledikleri acayip ekonomi politikasının yıkıp, partiden soğuttuğu insanları geri kazanabilmek.
Soyer’in konuşması üzerinden yarattıkları gürültünün asıl nedeni budur.
Unuttukları şey şu ki dünya yüzünde hiçbir gürültü, boş tencerelerin gürültüsünü, boş midelerin gurultusunu bastıramaz.
Her şey yolunda giderken kültürel farklılıklar oy verme davranışlarını etkileyebilir ama şu anda da hiçbir şey yolunda gitmiyor!
————————-
Liyakatsiz kadroların yol açtığı kazalar meselesi
Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu, İstanbul’daki metrobüs kazasından sonra ilginç bir şey söyledi:
“Liyakatsiz kadrolar gelince bu tür kazalar yaşamaya başladık.”
Metrobüs sürücüleri arasında partizanca bir ayrım yapıldığını ilk kez duyuyorum.
Ancak, metrobüs kazaları konusunda bir hata arayacaksak en başta bu metrobüs yolundan yola çıkmalıyız.
Bu kazalar, sağdan akan trafiğe göre üretilmiş araçları, sağdan akan trafikte sınava girerek ehliyet almış sürücülere vererek, trafiği soldan akıtmaktan kaynaklanıyor olmasın?
Bu konuda ciddi bir analiz yapıldığını bugüne kadar duymadım.
Öte yandan Bakan Karaismailoğlu’nun yönettiği bakanlık tren kazaları konusunda en başından beri iyi bir sınav vermedi.
Binali Bey’in ilk günlerini hatırlayalım.
Bir AKP icadı olan “hızlandırılmış tren”, eski lokomotif ve tren setleriyle, eski demiryolundaki hız limitlerinin arttırılması ile yaratılmıştı.
2004 yılında, Binali Yıldırım çiçeği burnunda bakanken Pamukova’daki hızlandırılmış tren kazasında 41 kişi öldü.
O günden sonra da tren kazaları durmak bilmedi. Çorlu’da, Ankara’da, Kütahya’da can kaybına neden olan tren kazalarının nedeni hep işletmenin kusuruydu.
Sel nedeniyle demir yolunun bozulması, sinyalizasyon hatası, hatların bakım ve tamirinde protokollere uyulmaması gibi nedenler, kazalara yol açtı.
Yani diyeceğim o ki Karaismailoğlu haklıdır, tren kazalarının asıl nedeni liyakatsiz kadrolardır.
Bilmiyorum, Binali Bey, bunu itiraf ettiği için Karaismailoğlu’na kızmış mıdır?
——————–