t24.com.tr

Ahlaksız AKP’li milletvekili kimdi?

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un, basın kuruluşlarının Ankara Temsilcileri ile yaptığı toplantı, bu köşede iki yıl boyunca her “mübarek Cuma” günü sorduğum sorunun yeniden gündeme gelmesine neden oldu: Suç örgütü liderinden her ay 10 bin dolar maaş alan milletvekili kim?

Önce “nisyan ile malul” hafızaları canlandırayım:

Zamanın İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, suç örgütü yöneticisi Sedat Peker’in 6. açıklamasında ileri sürdüğü iddialar üzerine katıldığı televizyon programında mafya liderinin bir milletvekilini ayda 10 bin dolar maaşa bağladığını açıklamıştı. (Mayıs 2021)

Bu milletvekilinin kim olduğunu soran muhalefet milletvekillerine 23 Kasım 2021 günü şu yanıtı vermişti:

“10 bin dolar meselesi de devletin kayıtlarında vardır ve göreceksiniz bu ülkede yargı… Ve bundan sonraki süreçte açığa çıkaracaktır.”

Kötü kurulmuş bir cümle ama meramını anlatıyor.

Nitekim ısrarlı sorularım üzerine zamanın TBMM Başkanı Mustafa Şentop, beni arayarak bu ismin “derdest bir soruşturmada yer aldığını” açıklamıştı.

Kurtulmuş’un önceki günkü toplantıda sorulan soruya verdiği yanıt ise şöyle:

“Ben de sizin gibi bu milletvekilinin kim olduğunu bilmiyorum. Ortada söylenmiş bir söz var. Bu söz eğer söylenmişse bunun gündeme getirilmesi, gerekçelerinin ifade edilmesi gerekir. Meclis Başkanlığının elinde bu milletvekilinin kim olduğu ve bu iddiayla ilgili delillerin ne olduğuna ilişkin herhangi bir bilgi mevcut değildir.”

Zaten böyle bir bilgi ve delil niye TBMM Başkanı’nda olsun, çünkü o bilgi esasen savcılıkta bulunan bir soruşturma dosyasında yer alıyor.

Soru da zaten tam olarak bu:

Savcı, bu bilgiyi niye kendisine sakladı? Niye soruşturmanın o yönde derinleşmesi için TBMM Başkanlığı’na bir fezleke yollama gereğini duymadı? Soylu, bu ismi açıklamaktan neden kaçındı?

Bunun yanıtını aslında biliyoruz: Çünkü, mafyadan maaş alan milletvekili AKP’li.

Reis, o ismin açıklanmasını istemediği sürece ne savcı o dosyaya el sürebilir ne Soylu açıklayabilir ne de TBMM Başkanları bu konuda elle tutulur bir adım atabilir.

Mafyadan maaş almayı onuruna yedirebilen ahlaksız da kuşkusuz ki ortaya çıkıp “o şerefsiz benim” demeyeceği için bu çirkin itham bütün AKP milletvekillerinin üzerine yapışır ama onlar da seslerini çıkarmaz, işi pişkinliğe vururlar.

Devrin siyasal İslamcı ahlak anlayışı bunu gerektiriyor çünkü: Hırsız, senin hırsızınsa sonuna kadar koru!

———————————–

İnanç özgürlüğü!

Çorum Hitit Üniversitesi Hastanesi’nde görevli sağlık teknikeri H.K., meslekten ihraç edildi.

H.K., geçtiğimiz yıl şubat ayında peygamberler ile ilgili bazı düşüncelerini açıkladığı bir sosyal medya mesajı nedeniyle gözaltına alınmıştı.

Savcılık, H.K.’nın “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” suçunu işlediğini iddia ediyor ve yargılama Çorum Asliye Ceza Mahkemesi’nde sürüyor.

Yargılama bitmeden meslekten ihraç kararının nasıl alınabildiği ise “zamanın ruhu” ile ilgili.

H.K.’nın sosyal medya mesajında yazdığı şey, bazı peygamberlerin gerçekleştirdiklerini din kitaplarından öğrendiğimiz olayları, kendince yorumlamak.

Mesajı buradan tekrarlamayacağım ne olur ne olmaz diye!

Ancak anladığım kadarıyla şunu söyleyebilirim, H.K. bir ateist ya da deist olmalı.

Geçen yıl yayınlanmış bir mesaj ile “halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiğini” iddia eden savcı, aradan geçen bunca zamanda bu tahrikin nasıl bir sonuç yaratmış olduğunu ispat edebilecek mi, merak ediyorum.

Çünkü bu suçun gerçekleşmesi için “fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması” gerekiyor ki kamu barışının bozulmadığını biliyoruz.

Adalet Bakanlığı’nın internet sitesinden kolayca ulaşabileceğiniz bir kitap var.

Bakanlığın “İnsan Hakları El Kitabı” dizisinin dokuzuncusunun yazarı Jim Murdoch. El kitabının adı şu:

“Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü – Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. maddesinin uygulanmasına dair kılavuz kitap.”

Açıkça yazılmış ki AKP savcıları dahil herkes anlayabilsin.

Buradan öğreniyoruz ki “kişisel düşünce, vicdan ve inanç koruması çok açıktır ki inançlara sahip olma ve bu inançları değiştirme haklarıyla başlar.”

Yani nasıl ki bir dine inanmak ve gereklerini şahsen yerine getirmek herkese ait bir hak ise bir dine inanmamak da aynı önemde bir insan hakkıdır.

Bir dini inancı olan bunu açıklamakta ne kadar özgür ise bir dine inanmayan da onu açıklamakta o kadar özgür olmalıdır.

Diğer yandan; anayasada iddia edildiği gibi bir hukuk devletinde yaşıyorsak; H.K.’nın ifadeleri toplumun geneli açısından rahatsız edici ve şoke edici olsa da AYM ve AİHM içtihatları uyarınca ifade özgürlüğü korumasında olmalıdır.

H.K. hakkında verilen memuriyetten ihraç kararı İdare Mahkemesi ve Danıştay’dan geri dönmez ise AYM’den, olmadı AİHM’den geri döner.

Peki aradan geçecek süre içinde H.K.’nın uğrayacağı maddi manevi zarar ne olacak? “İnançlı yöneticiler” bu kul hakkının hesabını kime verecekler?

Ceza yargılaması ise sürüyor, bir yorumda bulunmam doğru olmaz, ancak savcılara “insan haklarına saygılı demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinin” savcıları olduklarını hatırlatmakla yetineyim.

—————————