Cumhurbaşkanı’nın sözcüsü İbrahim Kalın, YRP ile ittifak görüşmeleri sırasında gündeme gelen “ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesi” ile ilgili kanunda değişiklik yapılmasının mümkün olmadığını söyledi.
“Kadına karşı şiddetin önlenmesinde taviz asla söz konusu olamaz” dedi.
Zaten bu devirde aksini söylemesini beklemezdik.
Ve bir zaten daha, bu kanunun kaldırılmasını isteyen tarikatlar ve YRP gibi siyasal İslamcı odaklar da çıkıp açıkça “kadınları canımız istediği gibi dövelim” diyemiyorlar, demiyorlar.
Çünkü için için isteseler bile herkes biliyor ki bu devirde, kadına karşı şiddet uygulamayı bir yana bırakın, bunu sözle dile getirmek bile utanılacak bir durum.
Kalın ve benzerlerinin zihniyet yapısını ve kadın sorununa bakışlarını ele veren de bu sözlerinin ardından kurduğu cümleler.
Kalın şöyle devam ediyor:
“Konu çok yönlü olarak bütünüyle ele alınmalı.”
“Çok yönlü ve bütünüyle ele alınmalı” dediği mesele aile içi şiddet. Anlayamadım, “hayır, bu konuyu tek yönlü olarak ele almalıyız” diyen mi var?
Böyle söyleyince sanki çok önemli bir şeyi açıklığa kavuşturacakmış gibi bir hava yaratmak istiyor gibi geldi bana.
Ardından kimsenin itiraz edemeyeceği bir cümle daha kuruyor:
“Yalnızca yasayla kadına şiddet önlenemez.”
Buraya kadar okuyunca “hayırdır inşallah, İbrahim Kalın ile aynı şeyleri mi düşünüyoruz” bile diyebilirsiniz ama acele etmeyin.
Kimsenin itiraz etmeyeceği bu cümlelerin kurulması, asıl niyeti gizlemek için yapılmış belli ki.
Şöyle devam ediyor:
“Burada belki iyileştirilebilecek sürekli nafaka gibi, beyanın esas alınması gibi bazı konular var.”
İşte meselenin püf noktası da bu zaten.
Tarikatçıların ve siyasal İslamcıların kaldırılmasını istedikleri de zaten bu.
“Süresiz nafaka” onlar açısından tehlikeli görünüyor çünkü fiziksel ya da sözel şiddete boyun eğmek istemeyen kadınların maddi güvencesi bu.
Biliyorlar ki nafaka korumasından yoksun kalacak kadın, susup şiddete boyun eğmeyi tercih edebilir.
Çocuklarını nasıl geçindireceğini, başını sokabilecek bir çatı bulup bulamayacağını düşünür, dehşete kapılır ve “en iyisi susup oturayım” der!
Sürekli nafakanın kaldırılması ile ilgili konunun tartışılmasını ve kaldırılmasını istemelerinin nedeni bu.
Kalın Bey “beyanın esas alınması gibi bazı konular” derken “konuyu” küçültmeye çalışıyor ama bu işte zurnanın zırt dediği yer de tam manasıyla bu.
Kadına karşı şiddet ve cinsel ayrımcılıkla mücadelede bütün dünyanın ortak deneyiminden çıkan sonuç, bu bahiste kadının beyanının esas olması.
Bu ortak deneyimi ve kadınların ortak kazanımını yok sayıp “beyanın esas alınması gibi bazı konular” diye geçiştirmeye çalışmak, iktidara hâkim olan zihniyetin niteliğini de ortaya koyuyor.
Bu zihniyet kadını ikinci sınıf bir varlık olarak görüyor.
Kadının yerini “evi ve çocuklarının yanı” olarak tarif ediyor.
Ve bu yerin, kadın neye katlanmak zorunda kalırsa kalsın değişmemesini istiyor.
YRP ve Hüda Par ile ittifak meselesindeki tutumlarıyla aslına bakarsanız tam olarak suçüstü yakalandılar.
Bu siyasi hareketin içinde ve yanında olan kadınların gözlerini iyice açmaları gerek.
Gözlerini açmalılar ki bu hareket içindeki konumlarının esasen neresi olduğunu net olarak görebilsinler.
——————————
MHP’nin kararı ne anlama geliyor?
MHP’nin, TBMM seçimine kendi amblemi ve listeleriyle katılacağı kararı almasının tam gerekçesini bilmiyoruz.
Bir görüşe göre bunun nedeni, MHP’nin, Hüda Par gibi bir Kürt partisinin ittifak içinde yer almasından rahatsız olması.
Bu açıklama bana pek mantıklı gelmiyor çünkü seçime kendi listeleri ile girseler bile bu durum Hüda Par’ın Cumhur İttifakı’nın bir parçası olması gerçeğini değiştirmiyor.
Onun için bunun bir başka nedeni mutlaka vardır ve bu neden büyük olasılıkla “ortak liste” ile gidilecek seçim ile ilgili olarak milletvekili pazarlığında anlaşma sağlanamaması olabilir.
Ve eğer sebep buysa, Erdoğan’ın bu pazarlıkta fazla diretmeyeceğini, Bahçeli’nin gönlünü bir şekilde ederek ortak liste ile seçime gidilmesini sağlayacağını söyleyebilirim.
Çünkü ayrı liste, birçok seçim çevresinde MHP’ye verilen ittifak oylarının çöpe gitmesi anlamına gelir.
Bu da iktidarın Seçim Kanunu’nun bu hükmünü değiştirirken hedeflediği sonuçtan uzak kalmasını doğurur.
Onun için ne yapıp edip, Bahçeli’yi ikna edebileceğini düşünüyorum.
Bahçeli’nin aynı liste ile seçime girmesinin Cumhur İttifakı için yaratacağı sonuç, aynen Millet İttifakı için de geçerli ve hatta Millet İttifakı açısından daha da önemli.
Bu ittifak içinde yer alan dört partinin birçok seçim çevresinde milletvekili çıkarmaya yetecek oyu yok.
Bir olasılık ittifak içinde ittifak yaparak, bazı yerlerde ortak listelerle seçime gitmeleri olabilir ama partiler kendi listeleri ile seçime girmekte ısrarcı olurlarsa, TBMM çoğunluğunu bugünden götürüp AKP – MHP ittifakına verebilirler.
Kuşkusuz ki partilerin kurmayları bu hesapları bizden daha iyi yapıyorlardır.
Ancak unutmayalım ki burası Türkiye ve Türkiye’de siyasette “küçük olsun, benim olsun” zihniyetinin yeri küçümsenemez.
————————-