t24.com.tr

Ala Turka apartheid rejimi

“Apartheid” kelimesi Güney Afrika’da yaygın olarak kullanılan Afrikaans dilinde “ayrı olmak” anlamına geliyor.

Siyaset biliminde, bir ırksal grubun diğer bir ırksal grup üzerinde kurduğu kurumsallaşmış baskı ve tahakküm rejimini tanımlar.

İcat edildiği Güney Afrika’da terk edileli çok oldu ama halen İsrail’de elle tutulur bir şekilde hayatta. İsrail yasaları, Filistinlilere, “Yahudi olmayan Arap” statüsüyle tanımlanan aşağı ve ayrı bir grup olarak muamele ediyor.

Türkiye’nin tek adam rejimi de yasal olarak kurumları oluşmamış olsa da uygulamadaki tutumuyla apartheid rejimi ile “yakın akraba” sınıfında konumlanabilir.

Türkiye’de söz konusu olan ayrımcılık, ırk ya da dini inançlar temelinde kurumsallaşmış bir ayrımcılık değil.

Ala Turka apartheid rejimi, muhalif kişileri ve kitleleri ötekileştirip, ezmek üzerine kurulu.

Son örneğini bu hafta yaşadık.

Pazartesi günü gözü dönmüş bir grup İstiklal Caddesi’nde bir linç eylemi gerçekleştirecekti.

Bu eylem, polisin izni ve gözetimi altında yapıldı.

Öldürmekten, yakmaktan söz eden, vatandaşın malına zarar veren bu kitleye polis müdahale etmedi, göz altına alınan olmadı.

Polis bunlara o kadar kibar davrandı ki İçişleri Bakanı ricacı oldu, “lütfen” bile dedi.

Aynı polis bu eylemden iki gün önce Yoğurtçu Parkı’nda TİP’in kimseye zarar vermeyi amaçlamayan açık hava toplantısını dağıttı, parti üyelerini ve yöneticilerini ters kelepçeyle gözaltına aldı.

Aynı polis, Ortaköy’de “LGBTİAQ+ onur haftası” için toplananlara da saldırdı, copladı, gözaltına alınanlar oldu.

Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak önceden izin almayı gerektirmeyen Anayasal bir hak. Bu hakkın sınırlanmasının bir tek meşru nedeni var: Toplantıyı düzenleyenler çevreye zarar vermeye yönelik davranışlarda bulunurlarsa.

Ala Turka apartheid rejimi altında yaşadığımız için tersi oluyor: Barışçı gösteri yapanları polis engelliyor, dövüyor, gözaltına alıyor. Buna karşın mala mülke zarar veren, ele geçirdiklerini linç etmeye odaklanmış bir grubun gösterisini izlemekle yetiniyor, kimseyi gözaltına almadığı gibi dağıtmak için harekete de geçmiyor.

Kâğıt üzerinde kurumsallaşmış bir rejim değil bu ancak fiilen uygulamada ve sonuçlarını her gün yaşıyoruz.

Ancak KHK yöntemiyle mesleğini yapmasına engel olunanlar açısından bakarsanız apartheid kurumsallaşmış bir uygulama.

Aleyhine verilmiş bir mahkeme kararı olmayan vatandaşlar, idari bir emirle mesleklerinden atılıyorlar ve başka yerde çalışıp, hayatlarını sürdürebilmeleri de engelleniyor.

Henüz eski Güney Afrika ya da günümüzdeki İsrail gibi bir ırklar hiyerarşisi oluşmuş değil ama ayrımcılık devletin her kademesinde kendine göre bir karşılık buluyor.

Akademik kariyer yapabilmekten tutun da kamu kesiminde işe girmeye, kamu kesiminde terfi etmeye kadar geçerli olan bir ayrımcılık var.

Sadece orada değil, iktidarın hoşuna gitmeyen bir sosyal medya mesajı yayınlamak bile bir oyuncunun ömür boyu TRT dizilerinde rol alamaması ya da oynamakta olduğu diziden çıkarılması sonucunu yaratabiliyor.

İktidarın eski belediye başkanlarının sayıları düzinelere varan yolsuzluk dosyalarına hiçbir savcı elini sürmüyor.

Ama muhalefet partilerinden birinin belediye başkanıysanız yukarıdan gelen bir kaş göz işareti bile hapsi boylamanıza neden olabiliyor.

Anayasa’ya göre herkes kanunlar önünde eşit görünüyor ama bazıları herkesten daha eşitler.

Kendilerini bir vesayet kurumu olarak görüyorlar, vatandaşların neyi izleyebileceğine, neyi izleyemeyeceğine, neyi ne kadar eleştirebileceğine, neyi okuyabileceğine kendileri karar vermek istiyor.

Hatta Ankara’da bir “odak” var, o odak seçimle göreve gelmiş belediye başkanlarının yerine devlet memuru bile tayin edebiliyor.

Yozgat’taki Türkün oyuyla, Diyarbakır’daki Kürdün oyunun eşit görülmediği, ikincisinin seçimlerinin kolayca geçersiz sayılabildiği bir düzen bu.

Yakında bu rejimin de bir ismi konacaktır elbette ama şimdilik Ala Turka apartheid rejimi tanımı işimizi görecek gibi görünüyor.

——————————