Hazreti Ömer, İslam’ın örnek kurumlarından biri olan ilk vakfı kurarken, günün birinde bu kurumların Türkiye adı verilen ülkede olmadık işlere alet edileceğini hayal edemezdi elbette.
Rabbime şükürler olsun ki bunu da başardık.
Bizim memlekette isimleri “özel üniversite” olmayan özel üniversiteler var, biliyorsunuz.
Bu üniversiteler kanuna göre bir vakıf tarafından kurulabiliyor.
Bu işte ciddi bir kazanç da var, yeter ki belli bir öğrenci sayısına ulaşılabilsin.
Bu yıl üniversite kurmak isteyen vakıfların başvurularının değerlendirmeye alınabilmesi için en az 2 milyar 275 milyon 993 bin 187 lira 50 kuruş tutarında net mal varlığına sahip olması gerekiyor.
Devletin tahsis ettiği araziler, irtifak ve intifa hakları gibi varlıklar hesaba katılmıyor.
Bu rakam her yıl değişiyor, malum Türkiye’yi yöneten kişi kendisini iktisatçı zannettiği için yüksek enflasyonla para her sene pul oluyor.
Vakıflar aslına bakarsanız Hazreti Ömer bu işi akıl ettiğinden beri hayır kurumlarıdır.
Belli bir hayır işinin gelecekte de yapılabilmesi için kişilerin servetlerinin belli bir bölümünü belli koşullara uyarak, resmi yolla bağışlamaları anlamına geliyor.
Hazreti Ömer bu işi başlatırken kendisine ait bir hurma bahçesini bağışlamıştı.
Diyeceğim o ki vakıflar, İslam medeniyetinin insanlığa armağan ettiği önemli kurumlar.
Suç gelirlerini akladıkları iddiasıyla soruşturulan Can Holding’in satın aldığı kurumlar arasında Bilgi Üniversitesi de var.
Bilgi Üniversitesi piyasada serbestçe satın alınabilecek bir mal değil.
Çünkü bir vakfa ait.
Özel üniversite deyip geçiyoruz ama aslında bir vakıf üniversitesi.
Her ne kadar vakıflar hayır amaçları için kuruluyorsa da üniversite için vakıf kurmak öyle değil. Bu ticari iş olarak görülüyor.
Bütün vakıf üniversiteleri böyledir diye iddia etmiyorum ama şunu rahatça söyleyebilirim ki ezici çoğunluğunun amacı kâr etmektir.
Kâr etmeye başlayana kadar geçecek sürede yapılan harcamalar da şirketlerinizin “hayır işleri için” bu vakfa aktarılan kaynaklardan karşılanır ki onların da önemli bölümü gider yazılır, vergi vereceğinize kendi vakfınızı geliştirmiş olursunuz.
Bu son örnekte de gördüğümüz gibi bunların adı “vakıf üniversitesi” de olsa vakıflarla filan bir alakaları yok: Amaç kâr etmek!
O zaman bu sahtekârlığa ne gerek var?
Kanunda bir düzenleme yapın, bunları özel üniversite statüsüne kavuşturun, bu saçmalık da sona ersin.
Nasıl olsa iktidardan bir kartvizite sahip olan herkes vakıf görüntüsü altında özel üniversite kurup, işletiyor.
Bari işini düzgün yapmaya çalışanlara bir hayrınız dokunsun.
Bu vesileyle Can Holding’in Bilgi Üniversitesi’ni kendi kendine almamış olduğunu da hatırlatmama izin verin.
Kemal Can, savcılık sorgusunda üniversiteyi nasıl aldıklarını şöyle anlatıyor:
“Üst düzey devlet yetkililerinin yönlendirmesiyle Bilgi Üniversitesi’nin alınması konusunda bize yönlendirmede bulunuldu. Üniversiteyi o dönem bir kısmı yine taksitli olmak üzere toplamda 90 milyon dolara satın almıştı. Üniversitenin ABD’nin elinden alınarak yerli statüsüne kazandırılması konusunda bir tasarruf söz konusu oldu. Biz de buna binaen üniversiteyi satın aldık.”
“Üst düzey devlet yetkililerinin” bu işteki rolü sadece yönlendirmek değil elbette.
Sonuç olarak satın alınan şey aslında bir “vakıf”!
“Üst düzey devlet yetkilisi”, bu satış için izinin Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden, YÖK’ten kolayca alınmasını da sağlamış olmalı.
Ne kadar gurur duysak azdır: Üst düzey bir devlet yetkilimiz var, onca işi arasında bu tip konularla da ilgileniyor ve bunları sadece memleketin iyiliği için yapıyor!
Helal olsun valla!
———————————–
“Bilmem kimin vakfına” 105 milyon dolar bağış!
Konu vakıflardan açılınca aklıma ister istemez Pandora Belgeleri geldi.
Bilmiyorum hatırlar mısınız?
Pandora Belgeleri, 3 Ekim 2021 tarihinde Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu tarafından yayınlanan 11 milyon 900 bin adet belgeyi tanımlıyor.
Panama, İsviçre, BAE gibi ülkelerdeki 14 finans kuruluşundan sızdırılan belgeler, resimler, e postalar ve elektronik tablolardan oluşuyor.
Bu belgelerden öğrendiğimiz şeylerden biri de Rönesans Holding’in sahibi Erman Ilıcak’ın annesi Ayşe Hanım’ın girişimci kişiliğiydi.
Erman Bey başarılı bir iş adamı. 20’den fazla ülkede faaliyet gösteriyor.
Bu yıl vergi rekortmenleri listesinde ilk on içindeydi.
Rönesans Holding’in Türkiye’deki serüveni Recep Tayyip Erdoğan ile paralel ilerledi diyebiliriz.
Şehir Hastaneleri, Bin Odalı Saray, Yazlık Saray gibi işleri yaptı. Devletten aldığı ihaleler 20 milyar dolara yaklaşıyor.
Pandora Belgeleri, Erman Bey’in annesi Ayşe Hanım’ın, İsviçre’de faaliyet göstermek üzere British Virgin Adalarında iki şirket kurduğunu gösteriyor.
Şirketler, Saray’ın inşaatı devam ederken 17 Mart 2024 tarihinde kurulmuş.
2015 yılında bu şirketlerden Covar Trading Ltd.’nin hesaplarına 105 milyon 524 bin 132 ABD doları ve 32 Cent girdiği görülüyor.
Ayşe Hanım’ın kurduğu ikinci şirket Dolmine International Ltd.’ye de yine 2015 yılında 105 milyon 212 bin ABD doları gelmiş. Şirket bu parayı faize koymuş, 491 bin 616 Dolar 16 Cent kazanmış ki aferin diyorum.
105 Milyon doları faizle değerlendirmek pek müdebbir tüccar işi gibi gelmedi bana ama bana ne oluyor ki? Herkes kendi parasını, istediği gibi değerlendirebilir.
Toplamı 210 milyon küsur ABD Doları ediyor.
Ayşe Hanım’ın ilk şirketi, paranın hesabına geçtiği yıl 105 milyon 484 bin 952 dolar 46 Cent’i “bağış” olarak adını bilmediğimiz bir vakfa göndermiş.
Ayşe Hanım’ın bu hayırseverliği doğrusunu isterseniz göz yaşartıcı.
Boru değil, 105,5 milyon doları bir vakfa bağışlayıveriyorsunuz.
Ama vakfın adını bilmiyoruz, gizli.
Şimdi böyle büyük bir bağışın neden gizli tutulduğunu merak ediyorsunuzdur.
Gerçi “alan el, veren eli görmeyecek” denir ama hayatın normal seyrinde insan yine de görmek istiyor.
Bir vakfa bu kadar büyük parayı bir insan niye bağışlar ve vakıf o parayla ne yapar?
Niye bu gizli tutulur?
Niye Türkiye’de verilmez de para önce İsviçre’ye gönderilir, oradan vakfa bağışlanır filan.
Hazreti Ömer, İslam’ın örnek kurumlarından biri olan ilk vakfı kurarken, günün birinde bu kurumların böyle işler için kullanılacağını aklına bile getirmemiş olmalı.
O tarihte bunu yine sormuş, tahmin edebileceğiniz gibi yanıt alamamıştım.
Konu vakıftan açılınca aklıma geldi, üzerinden tam da dört yıl geçmiş, tık yok.
Savcılar bile merak etmemişler bu süre zarfında, düşünün artık.
Bu vakıf acaba kime aitti?
Aldığı 105 milyon dolar bağışı nereye harcadı?
Diyeceksiniz ki sana ne?
Öyle demeyin, gazetecinin işi de bunu merak etmek.
Gazetecileri sırayla hapse niye atıyorlar dersiniz?
Bir İngiliz atasözündeki gibi “merak kediyi öldürüyor”, Yeni Türkiye gerçeğinde ise “merak gazeteciyi hapiste süründürüyor!”
—————————–