t24.com.tr

Amaç ajan yakalamak değil, eleştiriyi susturmak

Dokuzuncu Yargı Paketi adı verilen yasal düzenlemelerin TBMM tatile girmeden “kaldır parmak, indir parmak” kabul edilerek yürürlüğe girmesi hedefleniyormuş.

Sızan haberlere göre bu kez paketin içinde “casusluk suçları” ile ilgili düzenlemeler de yer alacak.

Buna göre yeni bir tür “casusluk suçu” da TCK’ya eklenecek.

Bu yeni suçun adı “etki ajanlığı”!

Yandaş Yeni Şafak gazetesine göre, bu suç, “Türkiye lehine gibi görünüp ancak aleyhte propaganda yaparak kamuoyu oluşturan etki ajanlarını” hedefliyor.

Sosyal medya paylaşımları, televizyon konuşmaları, internet yayınları, köşe yazıları filan bir de bu gözle denetlenecekmiş.

Yani bir tür “zehir hafiyelik” yaygınlaşacak.

Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve kamu düzenini “eleştiri kisvesi altında” kötüleyerek “kara propaganda yapmak” casusluk gibi değerlendirilip, cezalandırılacak.

Savcılarımızın derin bir nefes aldıklarını görür gibiyim!

Memlekette o kadar çok ajan cirit atıyordu ve savcılar da elleri kolları bağlı onları seyrediyordu ki artık bu bir problem olmaktan çıkacak.

Açacaklar davayı, bastıracaklar cezayı!

Neyin “kara propaganda”, neyin “eleştiri”, neyin “haber” olduğuna da doğal olarak onlar karar verecek.

Yani sizin anlayacağınız aslında niyet “ajan yakalamak” değil, muhalefeti “ajan” olmakla itham edip, cezalandırmak.

Ceza tehdidi ile aykırı çıkabilecek sesleri peşinen susturmak.

Bizim adalet düzenimiz zaten bu tür muğlak suçları çok sever.

Böylece yürütmenin emrindeki savcıların ve hâkimlerin kullanabileceği elverişli bir ceza kanunu maddemiz daha olacak.

Böyle elverişli maddeler TCK’da zaten var.

216. ve 301. Maddeler ve Dezenformasyon Yasası belli ki yetersiz kalmış, bir de bunu ekleyecekler.

Çok geçmeden hepimiz kanunun madde numarasını da lafzını da ezbere söyleyecek hale geliriz.

Bir de şu sözünü çok ettikleri “özgürlükçü, demokratik Anayasa” çıktı mı, tamamdır.

———————–

Basın özgürlüğü notumuz: Vahim!

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2024 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, 180 ülke arasında 158. Sırada.

Endekse göre basın özgürlüğü alanında en iyi ülke Norveç olurken en kötüsü de Eritre olmuş.

Türkiye, geçtiğimiz bir yıl içinde Hindistan, Azerbaycan, Rusya, Belarus ve Bangladeş’i geçmeyi başarmış ancak bu durum basın özgürlüğü açısından “vahim” kategoriden çıkmasına yetmemiş.

2002 yılında Türkiye, bu listenin 99. Sırasındaydı. AKP’nin de 2002 yılının 3 Kasım günü yapılan seçimle iktidara gelmişti.

Yani 2002 yılını “eski Türkiye” sayabiliriz.

Türkiye, AKP idaresinde “yenilendikçe”, gerilemiş.

Allahtan açıkça diktatörler tarafından yönetilen ülkeler var da listenin son sırasına inme fırsatını bulamamışız.

Seçimden beri AKP yetkililerinin dilinden “özgürlükçü ve demokratik Anayasa” lafı düşmüyor.

Oysa 2002 yılında da Türkiye, bugünkü Anayasa ile yönetiliyordu.

Evet, o zaman da demokratik haklar açısından, basın özgürlüğü ve bireysel hakların kullanımı açısından matah bir ülke değildik ama “vahim” listede de yer almıyorduk.

“Türkiye’ye yakışan yeni Anayasa yapacağız” diye kapı kapı dolaşan TBMM Başkanı, bir fırsatını bulur da aynı Anayasa ile bu gerilemenin nasıl olup da gerçekleştiğini anlatabilirse, yararlı olur.

————————–

Savcı, kimi saklamaya çalışıyor?

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş cinayetinde kullanılan tetikçinin, cinayetten sonra Ankara’dan, İstanbul’a “koruma tahsisli, üzerine çakar lamba takılmış bir araç” ile kaçırıldığı ortaya çıkmıştı.

Aracın plakası, modeli, hangi saatlerde hangi yolu geçtiği, nerede durduğu gibi ayrıntılı bilgiler de savcılığın elinde mevcut.

Ancak bu bilgiler iddianamede yer almıyor ve bunun sonucu olarak söz konusu aracın kime ait olduğu, hangi amaçla çakar lamba takıldığı ve neden koruma tahsis edildiği bilgileri de iddianamede yok.

Oysa savcının bu bilgiye ulaşması için bir tek telefon açması yeterli olurdu.

Bunu yapmamış, yaptıysa da öğrendiği bilgi elini yakmış olmalı ki iddianamede sözünü dahi etmemiş.

Belli ki bu araç, cinayeti planlayan odağın kim olduğu hakkında net bir fikir sahibi olmamızı sağlayacakmış.

Onun için de sanki böyle bir araç yokmuş gibi davranılmış, iddianamede sözü dahi edilmemiş.

Adalet Bakanı, bunun nasıl olabildiğini açıklamak cesaretine sahip midir, bilemiyorum.

Bakalım yargılama sürerken hâkim bu sorunun yanıtını merak edecek mi?

Bu araç kimindi? Neden koruma tahsis edildi?

Savcı bu kişinin üstüne gitmeye neden çekiniyor?

——————————