Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Babam sağ olsun!

Babam sağ olsun!

Hepsinin maneviyatı acayip zedelendi; bastırdılar davayı, kazandılar maneviyatı

Rahmetli babamı hiç dinlemedim. Benim mühendis olmamı isterdi, 440 fen puanıyla gittim Mülkiye’ye girdim.
Yine de kızmadı, “Olsun, hiç olmazsa kaymakam, vali olursun” dedi, gittim daha ikinci sınıftayken gazeteci oldum.
Armut dibine düşüyor, Yasemin de beni hiç dinlemedi.
Lise son sınıftaydı, “Kızım, bisküvi dağıtımı, pazarlaması ile ilgili bir okula gir” dedim, gitti siyaset bilimi okudu, marifetmiş gibi üzerine bir de sosyoloji.
Oysa bisküvi dağıtımı işine girseydi, önü çok açıktı, Başbakan, Cumhurbaşkanı bile olurdu.
Bisküvi dağıtımı deyip geçmeyin. Bir dağıtırken kazandırıyor, sonra da şirketi devrederken! Akıl alır gibi değil, muazzam bir iş!
Neyse, okulu bitirdi, tutturdu “siyaset sosyolojisi doktorası yapacağım” diye.
“Kızım yapma, etme, bir şirket filan kur, oralarda pazar iyi, şirketi satarsın, burada keyfimize bakarız” filan dedim, bu kulaktan girdi, öbüründen çıktı!
Oysa el alemde ne çocuklar var.
Öyle şirketler kuruyorlar ki hem kurunca kazandırıyor, hem satınca.
Bitmiyor, bunu birileri haber yapıyor, Meclis kürsüsünde filan söylüyor, bir de oradan kazandırıyor.
Binali Bey’in çocukları mesela, baba sözünden çıkmadılar, deniz taşımacılığı, gemiler filan, maşallah iyi para kazandılar. Gözüm yok tabii, iyi günlerde harcasınlar.
Bu vesileyle şunu da öğrendim: Vergisiz yaşamak için Malta’da şirket kurmak iyi, vizesiz pasaport için Malta’dan vatandaşlık almak kötü! Havuz gazetesi yazdı, oradan biliyorum.
Doğru mu bilmiyorum ama, gemilerin bordasında “Babam sağ olsun” yazıyormuş. Vallahi ve Billahi söyleyenin yalancısıyım. Doğru olmama ihtimaline karşılık şimdiden söyleyeyim: Bir şey ima etmiyorum!
Geçen gün baktım, Cumhuriyet’te bunun haberini yapan Pelin Ülker’e hapis cezası vermişler.
Bugün yarın bir de “Maneviyatımız zedelendi, krediye gir, maneviyatımızı düzelt” diyeceklerdir. Haklılar tabii, maneviyat dediğin şey kolayına düzelmiyor ki.
Reis Bey’in de böyle bir hikâyesi var.
Eniştesi, biraderi, oğlu, kalem – i mahsusa müdürü ve dünürü bir şirket kurdular.
Şirket ne iş yapıyordu, bilemiyorum. Sonra bu şirketi bir yabancıya sattılar, hem de 15 milyon dolara.
Kim aldı, niye aldı, bu şirket hangi işleri yapmıştı da bu kadar değerlenmişti, bu şirketin ana sermayesi neydi, faaliyet alanı hangisiydi… Offf sıkıldım, sor sor bitmiyor.
Kemal Kılıçdaroğlu da tuttu bunu sordu, sen misin soran? Sen kimsin ki, memlekete döviz kazandıran bir şirketi sorguluyorsun, haddini bil!
Tabii ortakların hepsinin maneviyatı acayip zedelendi. Bastırdılar davayı, kazandılar maneviyatı.
Kemal Bey, krediye girmek yerine formül buldu, milletvekilleri aralarında para toplayıp, ortakların maneviyatını tamir edecekler.
Şimdi siz söyleyin dostlar, haksız mıyım?
İnsan babasının sözünü dinlemeli, değil mi?
Üstelik ailecek bazı şeyleri paylaşmanın verdiği mutluluk da insanın yanına kâr kalıyor.

Çevreci Cumhurbaşkanı’na, Ahlat’ta köşk

TBMM’ye yeni gönderilen bir “torba yasanın” içine konulan bir madde ile Kıyı Yasası’nın yapılaşma ile ilgili sınırlayıcı hükümlerinin Cumhurbaşkanlığı Ahlat Köşkü için uygulanmaması sağlandı.
Cumhurbaşkanı’nın Van Gölü kıyısında, Ahlat’ta bir köşke neden ihtiyaç duyduğunu tartışmaya gerek var mı, bilmiyorum.
Bu Köşk senede kaç gün kullanılacak, harcanacak bütçe ile Ahlat’a daha yararlı bir iş – tesis vs. yapılabilir miydi? Bu konuları da konuşmak boş.
Cumhurbaşkanı, saraylarda, köşklerde yaşamaya alıştı. Ahlat’a günün birinde yolu düşerse Karayolları Misafirhanesi’nde kalmak istemiyor belli ki.
Ama ilginç olan şuydu ki Van Gölü kıyısına köşk yapmak için torba kanuna bu hüküm atılırken, Cumhurbaşkanı da Yerel Yönetimler Sempozyumu’nda şunu söylüyordu:
“Denizlerimizin kenarlarında, orman alanlarımız, buraları betona, toprağa çevirme gayreti içinde olanlar var. Ya şu para var ya, nelere muktedir. Bu kapitalizm nelere muktedir. Orman morman ne var ne yok kesiyor, atıyor, götürüyor.”
Belli ki konuşmayı yazan danışman ile Meclis’e gönderilen yasayı hazırlayanlar aynı Saray’da çalışmakla birlikte aynı fikirde değiller.
Cumhurbaşkanı, kendisine yazlık saray yaptırmak için Gökova’daki güzelim Okluk Koyu’nu karadan dev duvarlarla çevirdi, kıyısına da iki tane büyük beton iskele yaptırıyor. Yollar ve yeni yapılmakta olan binalar için kesilen orman da cabası.
Şimdi de Van Gölü’nde köşk yaptırmak için aynı şey yapılacak.
Kıyı Kanunu ne diyordu, onu da hatırlayalım:
“Kıyı herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık olup, buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, tel örgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz. Kıyılarda, kıyıyı değiştirecek boyutta kazı yapılamaz; kum, çakıl vesaire alınamaz veya çekilemez.”
Sözlerimiz ile eylemlerimiz birbiriyle tutarlı olmalı.
Cumhurbaşkanı olduğunuz zaman buna dikkat etmek, biz sıradan insanlara göre daha önemlidir diye düşünüyorum.

Türk olmasak çok eğleneceğiz ama

Tarım ve Orman Bakanlığı Türk Gıda Kodeksi Yönetmelik Taslağı’nı hazırladı. Bu yönetmelikle, gıda ve gıda ile temas eden madde ve malzemelere ilişkin asgari teknik ve hijyen kriterleri de belirlenecek.
Pestisit (böcek ilacı) kalıntıları, veteriner ilaçları kalıntıları gibi gıdalara bulaşabilecek zararlı şeylerin alt ve üst sınırları da bu yönetmelikle belirleniyor.
Hatırlayacaksınız bu köşede bu hafta iki kez değindim, gıda mühendisi Dr. Bülent Şık hakkında 5 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası isteniyor.
Sebebi Dr. Şık’ın bazı gıdalarda ve içme sularına bulaşmış pestisit, ilaç, kanserojen maddeler ile ilgili araştırmanın sonuçlarını açıklamış olması.
Şimdi nasıl olacak?
Gıdalara en fazla ne kadar zehirli madde bulaşabileceği yönetmelikle saptanacak ama bunu araştıranlar ve sınırların aşıldığını ilan edenler hapse tıkılacak!
Ne kadar eğlenceli bir ülkede yaşıyoruz. Türk olmasak çok eğlenirdik gibi geliyor bana.