Bir acayip bilmecem var
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Anayasa Hukuku derslerini bir suikaste kurban giden rahmetli Prof. Dr. Muammer Aksoy’dan ve Prof. Dr. Mümtaz Soysal’dan almıştım.
Hatırladığım kadarıyla Anayasa adı verilen şey, halkın egemenlik yetkisinin hangi kurumlara, ne koşullarla devrettiğini anlatan bir hukuki metindi.
Vatandaşların haklarını ve devlet ile olan ilişkilerinin biçimini tarif eden, bütün hukuki kurum ve kuralların üstünde olan bir tür toplumsal sözleşme.
Ve yine hatırladığım kadarıyla 1982 yılında yapılmış bir referandum ile kabul edilen bir Anayasa’mız da vardı.
Gerçi daha sonra bu Anayasa’nın bazı hükümleri TBMM’de nitelikli çoğunlukla, bazıları da yine referandumlarla değiştirilmişti ama değişiklikleriyle birlikte 1982 Anayasası yürürlükteydi.
Daha doğrusu yürürlükte olmalıydı ama her geçen gün daha açık bir şekilde görüyoruz ki böyle bir metin ortada yok.
Kağıt üzerinde varsa bile egemenliği devrettiğimiz kişi ve kurumlarca yok sayılıyor.
En başta da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından!
Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçildiğinde partisinden istifa etmeliydi, etmedi. İstifa etmek için yemin törenini bekledi. Biz vatandaşlar sesimizi zaten çıkaramazdık, ama “hop” demesi gereken yasama ve yargı, buna aldırmadı. Hatta yasama organı bunu destekledi.
En az bunun kadar ilginç olan gelişmeler yargı alanında yaşandı. Yargı organları, Anayasa’nın kendileri için tarif ettiği görevleri yerine getirmek bir yana, adeta gönüllü olarak Anayasa’nın dışına çıktılar, çıkılmasına razı oldular.
Anayasa Mahkemesi kararlarına uymayan birinci derece mahkemeleri çıktı mesela, hiçbir şey olmadı.
Şimdi Cumhurbaşkanı karar verdi ki AİHM kararlarına uymayacak, kendi tedbirlerini alacak.
Oysa Anayasa’da sonradan yapılan değişikliklerden biri bununla ilgiliydi. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bir üst hukuk normu olmuştu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, mahkemelerin uyması zorunlu olan kararlar olacaktı.
Anayasa’nın, bu Anayasa’ya göre egemenliği devrettiğimiz kurumlar tarafından yok sayılması ne anlama geliyor?
Yürütme organı Anayasa’yı takmıyor. Yargı, Anayasa’yı yok sayıyor. Yasama, Anayasa’nın ihlalinde sakınca görmüyor.
Bir tuhaf durum bu.
Çünkü bu kurumların hepsinin meşruiyetinin temeli böyle bir Anayasa’nın varlığı. Anayasa yoksa, meşruiyetin kaynağı nerede?
Millet egemenlik hakkını, bu Anayasa’nın yazdığı çerçeve içinde yasama, yargı ve yürütmeye devrettiğini zannediyor ama bunların hiçbiri Anayasa’yı sallamıyor.
Bir de kanunlarımızda Anayasal düzene karşı işlenecek suçlara karşı cezalar tarif edilmiş.
Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya ve bunun yerine bir başka düzen getirmeye çalışmak, bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye kalkışmak suç.
Ama mevcut Anayasal düzeni fiilen uygulamayanlar işin başında.
Bu ne acayip bir bilmece?
———————————-
Bir bilmece de HSK’ya soracağım
Dün Sabah gazetesinde bir haber yayınlandı.
Haber, Osman Kavala’yı “hükümeti ortadan kaldırmaya yönelik Gezi kalkışmasının yöneticisi ve organizatörü” olarak suçluyor.
Ve bu haberin bir yerinde şöyle bir bölüm de var:
“Soruşturma kapsamında; Osman Kavala’nın, FETÖ’nün medya yapılanmasında yer aldığı gerekçesiyle hakkında yakalama kararı bulunan Hasan Cemal ve PKK’nın yayın organı olmakla itham edilen İMC TV’de sunuculuk yapan Banu Güven’i kurulacak medya yapılanması için Açık Toplum Vakfı’na yönlendirdiği tespit edildi.”
Gördüğünüz gibi hüküm kesin!
Ama şöyle bir sorun var ki Hasan Cemal ile ilgili bir yakalama kararı da verilmiş değil.
Aynı muhabir, Anadolu Kültür’e yönelik son operasyonun yapılacağını aynı gazetede bir hafta önceden duyurmuştu.
Daha önce Fetullahçı çetenin izlediği yöntem bu:
Operasyonları ve göz altı kararlarını daha yapılmadan medyaya sızdırmak, kamuoyunda insanlarla ilgili peşin hüküm yaratmak, adil yargılanma hakkını savcılık – medya işbirliğiyle yok etmek!
Öyle görünüyor ki Fetullahçılar gitmiş ama usulleri kalmış yadigar!
Bu vesileyle ve bu haberleri dikkate alarak HSK Başkan Vekili Sayın Mehmet Yılmaz’a şunu sormak isterim: Mehmet Bey, hazırlık soruşturmaları gizli değil miydi?
Bu gizliliğin nasıl ihlal edildiğini, operasyonların bir hafta önceden gazetecilere nasıl sızdırıldığını, haklarında yakalama kararı verilmemiş insanlar ile ilgili bu bilginin nasıl üretildiğini merak etmiyor musunuz?
Yoksa savcılarınız, Fetullahçı adliye çetesinin yaptıklarına mı özeniyor?
Siz, göreve geldiğinizde, kamuoyuna bu tür hukuk dışılıklarla mücadele sözü vermemiş miydiniz?
—————————-
Kul hakkı yemeyin, kimseyi itibarsızlaştırmayın
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, geçenlerde katıldığı bir toplantıda şunları söyledi:
“Yapmış olduğumuz her sohbetimizde, konuşmamızda değinmeden geçemediğimiz en önemli hususlardan birisi ‘aman ha kul hakkında dikkat edelim’ ifadesidir. Bu meyanda farklı beklentilerle kişileri itibarsızlaştırmak kul hakkını ihlal etmektir. Baştan bunu ifade etmiş olayım. Kişisel ihtiraslarla bireylerin ve toplumun geleceğine zarar vermek kul hakkını ihlal etmektir. Buna toplum, millet, insanlık olarak dikkat etmeliyiz.”
Diyanet İşleri Başkanı’na katılıyorum: Kişisel ihtiraslarınızı tatmin etmek için insanların itibarlarıyla oynamayın.
Beni dinlemezsiniz biliyorum ama bakın söyleyen Diyanet İşleri Başkanı!
O son hesap günü “ama Reis böyle istemişti, o gün siyasal çıkarlarımız için böyle yapmamız gerekiyordu” demeniz sizi kurtarmaz, cehennemde yanarsınız haberiniz olsun!
Tabii bu imanlı insan görüntünüz, bir gösteriden ibaretse onu bilemem.
Ben inancında samimi olduğunu iddia edenler için aktarıyorum bu sözleri!
—————————-