İzmir’de bir gece kulübünde çekilen bir dans görüntüsünün sosyal medyada paylaşılmasından sonra artık herkesin öğrendiği mekanizma harekete geçti.
Söz konusu fotoğrafta başında siyah bir örtü bulunan bir kadın ile bir köçek görünüyor.
Kadın sosyal medyada koparılan yaygaranın ardından başörtülü kadın H.K. “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve müstehcenlik” iddiasıyla tutuklandı.
Köçek A.S. ise aynı suçlamayla yurtdışı yasağı ve imza şartıyla serbest bırakıldı.
Niye kadın tutuklandı, erkek tutuklanmadı diye sormayın; kadın olması da belli ki işlediği iddia edilen suçların üzerine ekstra bir suç olarak görülmüş.
Bir gece kulübünde dans eden bir kadın görüntüsü, “halkı kin ve düşmanlığa” nasıl tahrik edebilir?
Yanıtı kolay: Böyle şeyleri fırsat bilip içinizdeki düşmanlığa kılıf uydurmak koşuluyla!
Savcılık H.K.’nın “halkın bir kesiminin benimsediği dini değerlere alenen hakaret” ettiğini iddia ediyor.
Bunu nasıl yapmış?
Başörtüsüyle bir gece kulübünde dans ederek!
Başını örterek Müge Anlı’nın programına çıkmayı hak edecek eylemler içinde olsaydı, böyle suçlanmayacaktı tabii.
Ancak, gece kulübünde dans ederse dini değerlere alenen hakaret etmiş sayılıyor, bunu anlıyoruz.
Bir giysinin nasıl olup da “dini değer” sayılabildiğini sormayın.
Diyelim ki “gardırop Müslümanlığında” giysilere de kutsiyet atfediliyor olsun.
Tutuklamayı gerektiren nedir?
“Yakın ve açık tehlike” mi ortaya çıkmış?
Kanun ne diyor artık herkes ezberlemiş olmalı; çünkü bu suç artık birisini hapse atmak istediklerinde kullandıkları elverişli bir suça dönüşmüş durumda.
Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesine göre “Halkın bir bölümünün benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya uygun olması halinde altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
Bir pavyonda dans edince “dini değerler” nasıl “alenen” aşağılanmış oluyor, bu fiil kamu barışını nasıl bozabiliyor ve sonuç olarak “yatarı olmayan bir ceza için” bir vatandaş nasıl olup da tutuklanabiliyor?
Bu üç sorunun da yanıtı yok. Daha doğrusu tek bir yanıtı var: Tepemizi attıranı hapse tıkarız!
Adalet sistemi, sosyal medya trolleri ile el ele vermiş, rejimin ihtiyacı olan “korku dağlarını büyütmek” görevini yerine getiriyor.
Bugün “baş örtülü nasıl dans edersin” diye bir gece kulübünde dans eden kadını hapse atıyorlar, yarın sıra “baş örtülü nasıl dans edersin” diye köy düğününde göbek atanlara gelir.
Öbür gün başını örtmeyenlere! Ardından sıra dans eden herkese gelir.
Sonuç olarak Taliban kafası bu!
Müzik dinlemenin bile suç olabildiği bir Türkiye’yi görmeyiz demeyin, “Bir gün gelecek, bir gün kalacak” sloganını Bilal Bey’in vakfı boşuna mı kullanıyor?
——————————–
Kamu zararı denince kimse eline su dökemez!
Recep Tayyip Erdoğan’ın kazanabileceği bir seçim ortamı dizayn etmek amacıyla İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’na karşı başlatılan operasyonlar dizisi Ankara’ya sıçramış görünüyor.
ABB’nin 2021 – 2024 yılları arasında düzenlenen konserler için yaptığı harcamalar “kamu zararına sebebiyet verdiği gerekçesiyle” 5 belediye çalışanı tutuklandı.
Savcının iddiasına göre bu kişiler konserler nedeniyle belediyeyi 154 buçuk milyon lira zarara uğratmışlar.
İddianame henüz yazılmadığı için savcının bu kanaate nasıl vardığını bilemiyorum. İddianame yazılınca öğreneceğiz.
Benim dikkatimi çeken konu “kamu zararına sebebiyet vermek” konusu.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında görevli savcıların bu konuda böyle hassas olmaları aslına bakarsanız iyi bir şey.
Hatırlarsınız, Afyonkarahisar ve Kütahya illerine hizmet etmek üzere “yap işlet devret” usulüyle Zafer Havalimanı yaptırılmıştı.
Savcılık “kamu zararına sebebiyet vermek” suçlaması ile 5 memuru içeri atınca aklıma ilk o havalimanı geldi.
Zaten bununla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılmış bir suç duyurusu da var.
Belli ki savcılar onca işin arasında bu dosyayı bir sümenin altında filan unutmuşlar.
Kamu zararı konusunda hassasiyet sahibi bir vatandaş olarak aynı hassasiyeti paylaştıklarını öğrendiğim savcılarımıza bu hatırlatmayı yapayım dedim.
24 Mayıs 2021 tarihinde T24’te yayımlanan yazımın başlığı “Bir örnek olarak Zafer Havalimanı” başlığını taşıyordu.
Bir vatandaş olarak görevimi yapacağım ve savcılara bu yazıyı hatırlatmak üzere aşağıya aynen aktaracağım:
“Afyon – Kütahya bölgesine hizmet etmesi için Yap İşlet Devret (YİD) yöntemiyle yapılan Zafer Havalimanı’nda 2021 yılı için taahhüt edilen yolcu sayısı 1 milyon 317 bin kişi.
Yılın ilk dört ayında bu havalimanından 61 yolcu uçağa binmiş ya da inmiş.
Hadi diyelim ki pandemi nedeniyle insanlar uçağa binmekten korktular, bu yıl onun için yolcu sayısı düşük çıktı.
Bu havalimanına inebilecek normal uçaklar, tek kabinli ise 190 yolcu taşıyabiliyor. Uçakta Business bölümü de var ise bu rakam düşüyor, biz Business bölümünün olmadığını var sayalım.
Bu durumda taahhüt edilen yolcu sayısını taşıyabilmek için yılda 6 bin 931 uçak gerekiyor.
Bu da günde 19 uçak demek. On uçak inecek, dokuz uçak kalkacak ve bütün uçaklarda boş koltuk kalmayacak.
Afyon ve Kütahya’nın toplam nüfusu şu anda 1 milyon 300 bin kişi civarında.
Yani bu iki ilimizde yaşayan her birey, yılda bir kere uçağa binmeli ki havaalanı için verilen yolcu garantisi rakamına ulaşılsın.
Bu havalimanını, yapımcı şirket 29 yıl 11 ay süresince işletecek.
Ve her yıl eksik kalan yolcu sayısı kadar parayı Hazine’den tahsil edecek.
Afyon – Kütahya – Uşak bölgesinde nasıl bir nüfus artışı ve buna bağlı yolcu sayısı artışı hesaplanmış olmalı, düşünebiliyor musunuz?
Bu basit bir memurun hesaplama hatası mıdır, yoksa kamu kaynaklarının iş yapıyoruz görüntüsü altında bazı şirketlere bahşedilmesi mi?
Bu işe onay verip, ihaleyi yapanlar, ilgili bakandan başlayarak bunun hesabını açıklayabilir mi?
Havalimanının temeli atılırken Çevre ve Orman Bakanı olan Veysel Eroğlu, havalimanının yapılmasıyla birlikte “Kütahya, Afyonkarahisar ve Uşak’ın, sadece Türkiye’de değil, dünyada kaplıca turizminin, termal turizmin, sağlık turizminin, kongre turizminin başkenti olacağını” söylemiş.
Aynı şeyi havalimanını hizmete açarken o vakit sıfatı Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan da vurgulamış: Avrupa ülkeleri yapılacak anlaşmalarla kendi vatandaşlarını termal turizmden istifa etmek üzere Türkiye’ye gönderecekler!
Ancak bu kadar yolcuyu yatıracak otel yok, orası ayrı mesele tabii.
Temel atılırken “eski Ulaştırma Bakanı” sıfatıyla Binali Yıldırım, “kaynakları israf etmemek için” bu havalimanının iki kentin ortasındaki bir bölgeye yapıldığını anlatmış.
Fıkra gibi!
Bu havalimanı, her şeyiyle Türkiye’de yandaş müteahhit zengin etmenin tipik bir örneği.
Bu özelliğiyle üzerine bir belgesel çekilmesini hak ediyor.
Benim merak ettiğim ise havalimanına bol keseden verilen yolcu garantisinden gelen zenginliğin nasıl paylaşıldığı.
Bal tutan parmağını yaladı mı, yoksa yalamakla bitmedi de kavanozu da mı kaldırıp, eve götürdüler?”
——————————-