Cırcır böceği ile karıncanın hikayesini bilmeyen yoktur diye düşünüyorum ama bir yandan da eğitim sistemimizin aldığı hal ile ilgili ciddi kuşkularım nedeniyle böyle düşünmesem mi acaba diye aklımdan da geçiriyorum.
Gerekli olan işleri zamanında yapmak yerine boş işlerle zamanı öldürmenin yol açacağı zararlar üzerine olan bu masalı bilenler, bilmeyenlere anlatsın lütfen.
Katar Dışişleri’nin açıklamasına göre, İsrail ile Hamas arasında rehine takası ve bu amaçla yapılacak ateş – kes için anlaşma sağlandı.
Mısır ve ABD’nin de dahil olduğu süreç, Gazze’nin bir süre için de olsa nefes almasına olanak sağlayacak ve karşılıklı esir takasıyla da sayıları az da olsa kadınlar ve çocuklar özgürlüklerine kavuşacak.
Oysa bu göreve herkesten önce talip olan Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dı.
Ancak Erdoğan, sonuç almak için sabırla diplomasi yürütmek yerine sokakların kahramanı olmayı tercih etti.
Öyle sözler söyledi, öyle çıkışlar yaptı ki artık İsrail için de bu olayın doğrudan taraflarından biri sayılması lazım gelen ABD için de bu konuda “barışçı aracı” olma vasfını kaybetti.
Ama bakın aynı işe soyunan Katar ve Mısır, sonuç almayı başardı.
Meydanlarda, televizyonlarda öfkeli nutuklar atmak yerine sonuç almaya odaklandılar ve ABD’nin de desteğiyle İsrail ile Hamas’ı esir takası ve ateş – kese razı ettiler.
Cırcır böceği ile karınca masalını hatırlamama bu yol açtı.
Şimdi “vay sen Cumhurbaşkanımıza cırcır böceği mi diyorsun” diye öfkeyle ayağa fırlayacak savcı beylere / hanımlara şunu söylemeliyim ki hayır, öyle bir şey yapmıyorum.
Zaten Cumhurbaşkanımız nevi şahsına münhasır bir kişilik, kimseye benzetilemeyeceği gibi kimse de ona benzeyemez; bu konuda tavrım net!
Ancak şuna işaret etmeme Anayasamız izin veriyor: Erdoğan, bu olayın en başındaki tutumunu devam ettirip, kendi sesinin gazına gelmeseydi ve konuyu soğuk kanlılıkla takip edebilseydi sonuç almakta daha etkili olabilirdi.
Ama bunu tercih etmedi, kimsenin, özellikle de Gazze’de etnik temizlik kurbanı olan Filistinlilerin işine hiç yaramayacak hamasi nutuklar attı. Türkiye’nin ve “şahsının” bu konuda yapabileceklerini, kendi elleriyle boğdu.
Sonuç itibariyle Türkiye’nin, Filistin halkına daha çok yardımı dokunabilecekken, bir iki cılız alkış uğruna elindeki fırsatı tepti.
Bu Erdoğan’a ders olsun diyeceğim ama 22 yıldır birçok konuda öyle fırsatlar tepti ve bunlardan ders almadı ki bundan da almayacaktır.
Kim bilir, belki de imam hatiplerde “o adam dinsiz” denilerek Ezop ya da La Fontaine masallarından bahsedilen dersler de yoktur.
—————————–
Gündemine keşke Türkiye’yi de alsa!
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan dün Londra ve Paris’te temaslarda bulunmak üzere yollara düştü.
Konuyla ilgili haberlere göre bu geziler “Gazze gündemiyle” ilgiliymiş.
Fidan’ın, Gazze’de İsrail’in etnik temizlik operasyonu başladığından bugüne kadar kaç ülkeye gittiğini, kaç Dışişleri Bakanı ile görüştüğünü sayamadım.
Ancak şunu biliyorum ki Ankara’daki koltuğunu ısıtacak zaman bulamadı, fedakârca oradan oraya koşturdu.
Bu ziyaretlerinin ve görüşmelerinin bir sonuç vermesini kendisi bekliyor muydu?
Bende aklı başında bir insan izlenimi uyandırıyor, beklemediğine eminim.
Zaten Erdoğan’ın o çıkışlarından sonra Türkiye adına söylediklerinin Batılı ülkelerde ciddiye alınmayacağı en başından belliydi.
Nitekim Fidan’ın “Gazze gündemiyle” yaptığı ziyaretlerden bir sonuç elde ettiğini de duymadık.
Öte yandan Hakan Fidan bilmiyorum kendisi de bunun bilincinde mi; Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışişleri Bakanı.
Ve daha dün kendisi “Gazze gündemiyle” yola çıkarken Almanya’nın T.C. vatandaşlarına açıkça uyguladığı ancak itiraf etmekten kaçındığı vize ambargosu haber sitelerinin “gündeminde” yer alıyordu.
Sadece Almanya’nın değil, bütün Schengen ülkelerinin uyguladığı resmen ilan edilmemiş ama herkesin bildiği bir ambargo bu.
Bu konu Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı’nı ilgilendirmiyorsa kimi ilgilendiriyor?
Niye bu konuda aktif bir dış politika izlendiğini, T.C. vatandaşlarının uluslararası anlaşmalardan doğan haklarının korunması için çaba gösterilip, sonuç alındığını duymuyoruz?
————————–
Senin padişahın bir haindi yavrum!
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer hakkında “Osmanlı devletine ve son padişahına hakaret ettiği” iddiasıyla soruşturma başlatıldı.
İsmail Saymaz’ın Sözcü’de yazdığına göre İçişleri Bakanlığı, Soyer’in, İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşu kutlamalarında yaptığı konuşma için iki müfettiş görevlendirmiş.
Soyer’in “Osmanlı devletini ve yöneticilerini hedef gösterdiği, kişinin hatırasına hakaret ettiği, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” iddia ediliyor.
Soruşturmanın sonunda ne çıkar, savcı dava açar mı, Bakanlık Soyer’in yerine kayyum atar mı bugünden bir şey söylemek zor.
Ancak ben müfettişlere yardım edeyim.
Osmanlı’nın son Padişahı Vahdettin maalesef kelimenin sözlükteki anlamını tam olarak hak edecek şekilde bir haindi.
Ülkesini işgal etmiş yabancı ordulardan kurtarmaya çalışanların katli için ferman yayınlamış, milli mücadelenin başarısız olması için elinden geleni ardına koymamış, bu amaçla sahip olduğu “Müslümanların Halifesi” unvanını bile kullanmaktan çekinmemiş bir haindi.
Nitekim Anadolu ve Trakya düşman işgalinden kurtarıldığında da İstanbul’u işgal eden yabancı güçlerin komutanına “beni buradan kaçırın” diye mektup yazmış, bir sabaha karşı Türk milletine ait olması lazım gelen mücevheratı da çantasına atarak bir İngiliz askeri gemisine binip, kaçmıştı.
Yani kendisi bile bir “hain” olduğunu biliyordu, onun için kaçmaktan başka çaresi olmadığının da farkındaydı.
Bizim memlekette hain olmayanlara bile hain damgası kolayca vurulabilir ama bu yargıyı hak eden bir kişi göster diyecek olursanız o kişi Vahdettin’den başkası olmaz.
Bu soruşturma emrini verenlerin kafası belli ki tarihçi zannettikleri Fesli Kadir ve filozof zannettikleri Necip Fazıl’ın zırvalarıyla doldurulmuş.
Ve merak etmeyin Vahdettin’in bir hain oluğunu bütün millet biliyor. Bildikleri bir kez daha tekrarlandı diye kimse kimseye düşmanlık etmez, kin duymaz.
——————————–