t24.com.tr

Demirtaş’ın adaylığı kimi korkutur?

Başak Demirtaş’ın, “partisi aday gösterirse” İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olabileceğini söylemesi, özellikle iktidar çevrelerinde tatlı bir heyecan yaratmışa benziyor.

Cüppeli Ahmet bile bu adaylığa “iyi baktığını” söylüyor. “Ekrem Bey kaybeder diye”!

Cüppeli Ahmet Bey yalnız değil bu konuda.

Muhalifin, muvafığın buluştuğu bir ortak payda sanki bu: Başak Hanım aday olursa İmamoğlu kaybeder, Kurum kazanır!

Bunu bugünden bilmemize olanak yok aslında ama madem böyle genel bir kanaat var, doğru olduğunu varsayalım.

DEM Parti’nin İstanbul’da bir aday gösterip göstermeyeceği henüz belli değil. Büyük olasılıkla bir adayları olacaktır. Bu aday da kim olursa olsun İmamoğlu’na gidecek oyları bölecektir diye bir kural olmadığını da söyleyeyim.

Bir yerel seçim yapacağız ve bu seçimlerde adayların kim oldukları da hangi parti adına seçime girdikleri kadar olmasa bile önemlidir.

Olmayacak şey ama DEM Parti, muhafazakâr seçmene sempatik ve yakın gelecek bir ismi aday gösterecek olursa bundan endişelenmesi gereken İmamoğlu değil, Kurum olur.

Başak Demirtaş’ın “aday olabilirim” çıkışının partisinin yöneticileri için sürpriz olduğunu artık biliyoruz.

Böyle bir öneri gelmediğini de zaten Başak Hanım da söylüyor:

“İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığı için henüz partimiz DEM Parti’den bize bir öneri gelmedi, ama halk ister, partimiz de uygun görürse, demokrasi ve toplumsal barışın önünü açacağına inanırsak, düşünebiliriz.”

Halkın isteyip istemediğini nasıl öğrenebiliriz bunu bilmiyorum ancak partinin bu adaylık işine pek de sıcak bakmayacağını söyleyebilirim.

Demirtaş soyadının bu parti seçmeni için bir anlam ve değer ifade ettiğine kuşku yok ancak partiyi kimin, nasıl yöneteceğine karar verme mercilerinin bu işten o kadar da hoşlanmayacağını söyleyebilirim.

Başak Demirtaş’ın, partinin son seçimde İstanbul’da aldığı oydan daha fazla oy alabilmesi olasılığı bile tüylerini diken diken etmeye yeter.

Zaten partinin genel seçimden sonra oluşan yeni yönetiminin sözlerine ve tutumlarına bakarsak, o çizginin Demirtaş’ın hapiste de savunmaya devam ettiği çizgiden farkları olduğunu söyleyebiliriz.

Bana öyle geliyor ki AKP yöneticileri biraz erken sevindiler.

Başak Demirtaş’ın belediye başkan aday adaylığı, Ekrem İmamoğlu’ndan daha çok DEM Parti’nin “liderliğini” korkutur!

—————————–

Geleceğini Kuran Genç Kadınlar

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın internet sitesinde “Aile ve Dini Rehberlik” bölümünde “kadının çalışması eşinin iznine mi bağlıdır” sorusuna şu yanıt verildi:

“İslam, evlilik hayatında kocaya vermiş olduğu hak ve yetkilerin yanında birtakım görev ve sorumluluklar da yüklemiştir. Buna göre koca ekonomik gücüyle orantılı olarak eşinin mesken, nafaka, giyim – kuşam gibi ihtiyaçlarını karşılamak zorundadır. Nafaka temin etme sorumluluğu kocaya ait olduğundan kadının çalışma zorunluluğu yoktur. Bununla birlikte, İslam’a göre kadın kural olarak ev içinde ve dışında çalışabilir; ailesinin ihtiyaçlarını sağlamada kocasına yardımcı olabilir. Fakihler, ilgili ayetlerden hareketle kadının kocasının meşru isteklerine itaat etmesini gerekli görmüşlerdir. Bu çerçevede kadının çalışması da eşinin iznine tabidir.”

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uzmanlarıyla İslam dini üzerine bir tartışmaya girişecek değilim.

Ancak şunu söylemeliyim ki dini taassup, İslam ülkelerinin geri kalmasındaki en önemli faktörlerden biri.

Kadın işgücünün üretim süreçlerinin dışında kalması ve bir anlamda israf ediliyor olması da bu taassubun bir sonucu.

“Kocanın iznine bağlı” olduğunu söylediklerine göre belli ki İslam dininde kadınlar çalışamaz diye açık bir kural yok.

O vakit laik bir cumhuriyetin kurumuna düşen görev bu sorunun yanıtını böylece kesip atmak olmamalıydı.

Günün ekonomik şartlarından, ihtiyaçlarından, kadınların eşit bireyler olarak toplumsal üretim süreçlerinin içinde yer almalarının sağlayacağı avantajlardan söz edebilirler, mutaassıp erkekleri, eşlerinin çalışmasına olanak tanımaları yolunda eğitmeye yönelebilirlerdi.

Bunu yapmıyorlar, çünkü Diyanet İşleri isimli kurumumuz geçmiş yüzyıllarda yaşamakta ısrar ediyor.

Dün Sabancı Vakfı’nın, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı ve BM Kalkınma Programı ile ortaklaşa yürüttüğü bir projenin ilk fazının sonuçlarının açıklandığı bir toplantıya katıldım.

Program iki yıl önce başlatılırken düzenlenen toplantıda da bulunmuştum ve iki yıl içinde programın amaçlarının önemli bölümünün gerçekleştirilmiş olduğunu görmek, bu ülkede bazı şeylerin değişebileceğine olan güvenimi tazelememi sağladı.

Program, Geleceğini Kuran Genç Kadınlar ismini taşıyor.

Ne eğitimde ne de istihdamda olan 18 – 29  yaş grubu genç kadınlara iş hayatına katılabilmeleri için eğitimler vermeyi ve istihdam olanakları yaratmayı hedefliyor.

Genç kadınlara destek amacıyla gönüllü mentorların da programda yer aldığını söyleyeyim.

Genç kadınların eğitim ve istihdam olanaklarına ulaşmalarını sağlayacak bir fırsatlar haritası da vakfın internet sitesinde yer alıyor.

Proje üç pilot ilde başlamıştı ancak geçen yıl yaşadığımız depremden sonra deprem bölgesindeki iller de programa dahil edildi.

Türkiye, genç kadın istihdamında OECD ülkeleri arasında en son sırada yer alıyor.

Eğitimde ya da istihdamda olmayan kadınların oranı yüzde 45!

Bu kadın işgücümüzün neredeyse yarısını kullanmadığımızı gösteriyor.

Sahip olduğu doğal kaynakların yarısını kullanmaktan imtina eden bir ülke gibiyiz.

Kadınların iş hayatının dışında kaldıkları ülkelerin hepsinin gelişmemiş ülkeler olduğunu da söylememe bilmiyorum gerek var mı?

Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumlar, bu geri kalmışlıktaki sorumluluklarını bir kere daha düşünmeliler.

———————————