Kaçakçılıktan elde ettikleri geliri aklamak ve “kendilerine itibar kazandırmak için” bazı şirketleri satın aldığı iddia edilen Can Holding’i bu işe yönelten meğerse “bir devlet büyüğü” imiş!
Holding ortaklarından Kemal Can’ın savcılıktaki ifadesi bu yönde.
Bu ifadeyle savcılığın “kendilerine itibar kazandıracak şirketleri aldılar” iddiası da biraz zedelenmiş gibi görünüyor.
Çünkü belli ki şirketin itibar sorunu yokmuş; devletin “büyüklerinden biri” nezdinde hayli itibarlıymışlar ve o kadar ki bu devlet büyüğü adeta Can Holding’e yatırım danışmanlığı da yapmış.
Timur Soykan’ın BirGün’de yayımlanan haberine göre holding bu danışmanlıktan yararlanarak Ciner medya Grubunu, Bilgi Üniversitesi’ni, Doğa Koleji’ni satın almış.
Yaklaşık tutarı 1 milyar dolar olan bir yatırım bu! Hassas terazi ile ölçersek 935 milyon dolar!
Bilgi Üniversitesi’ni 90 milyon dolara, Doğa Koleji’ni 45 milyon dolara, Ciner Medya Grubu olarak bilinen Show Tv, HaberTürk, Bloomberg’i 800 milyon dolara aldıklarını daha önce öğrenmiştik.
Söz konusu “devlet büyüğü” KRT’nin satın alınması için de aracı olmuş ama o satış gerçekleşmemiş. Bunun üzerine “üst düzey yetkililerin araya girmesiyle” Ciner Medya satın alınmış.
Yani “devlet büyüğü” gerçekten büyük birisi olmalı ki “üst düzey devlet yetkililerini” de harekete geçirebiliyor!
Kemal Can savcılıkta bunları tatlı tatlı anlatırken çayın yanında kaşar – simit ikilisi de var mıymış bilmiyorum ama savcı bey hafiften rehavete kapılmış olabilir mi?
Çünkü “kim bu devlet büyüğü” diye sormaya gerek görmemiş.
“Üst düzey devlet yetkililerinin” kimler olduğunu sormamış.
Bu seviyedeki bir savcının aklına bu sorular gelmez mi?
Elbette gelir ama sormamış işte!
Neden sormadığını tahmin edebilmek mümkün: Kış kıyamet geliyor, başıma iş açmayayım, bunu sormadım diye kimse benden hesap sormaz diye düşünmüş olmalı.
Nitekim doğru düşündüğü de anlaşılıyor.
Niye bu soruyu sormadı diye yazan iki üç kişiyiz, soran da muhalefet liderleri.
Oysa o soruyu sorup aldığı yanıtı da ifadeye yazsaydı şu anda kim bilir nereye tayin edilmişti.
Hatta eski defterler karıştırılmış bir suç bile uydurulmuş olurdu ki bu soruyu sormaması savcının lehine olmuş bile diyebiliriz.
Savcının iddiasına göre ortada “suçtan elde edilen gelirlerin aklanması ve holdinge itibar kazandırılması” eylemi var ve bu eylemin tam göbeğinde de “bir devlet büyüğü” ve “devlet yetkilileri” yer alıyor.
Bir “devlet büyüğü” neden bir şirketin hangi alanlara yatırım yapmasını isteyebilir?
Benim aklıma bazı nedenler geliyor.
İlki en kabası tabii; komisyon almak için!
Toplamı 1 milyar dolara varan alım satım işlemlerinde iki taraf da yani alan da satan da komisyon ödemeye razı olur.
Yüzde beşer verseler 100 milyon dolar eder ki deli para diye tabir edebiliriz.
İkinci neden “devlet büyüğünün” bu holdingin gizli ortaklarından biri olma ihtimali ki olur mu, olur.
Üçüncüsü daha sofistike bir durum: “Devlet büyüğü” artık her kimse bu holdingin böyle bir soruşturmaya uğrayacağını ve mallarına, şirketlerine filan el konulacağını önceden biliyordur.
Türkiye’nin büyük bir üniversitesi, bir özel okullar zinciri ve dev bir medya gurubu ile bir eski holdingin ciddi orandaki hissesi!
Şirketleri gruba satın aldırmıştır ki soruşturma başladığında el konulsun, TMSF kayyım tayin etsin bir Müslüman kardeşimiz biraz semirsin diye düşünmüş olmalı.
Onun bir adım ilerisi de şirketlerin üç kuruşa yine alnı secde gören bir Müslüman kardeşimize devri olur ki yeme de yanında yat!
O kardeşimiz de salak değildir her halde; ortaya hatırı sayılır bir sakal atarlar nasıl olsa.
TMSF’nin el koyduğu malları daha sonra “nasıl değerlendirdiğine” bakarsanız bu son ihtimal bence daha ağır basıyor.
İnsan durduk yerde “devlet büyüğü” olmuyor geleceği böyle planlayabilme becerisi de gerekiyor belli ki!
———————————-
Ele verir talkını!
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, İsrail ordusunun uluslararası sularda Gazze yardım filosuna müdahalesine çok kızdı.
“İnsanlığın vicdanı ayaklar altına alındı” dedi.
Yerlikaya çok haklı çünkü bu insanlar barışçı bir protesto eylemi yapıyorlardı.
Onları suçlu gibi derdest edip, göz altına almak, göz altında işkenceye varan bir muameleye tabi tutmak gerçekten vicdansızlık!
Adalet Bakanı da Gazze dayanışma filosuna katılan aktivistlere geçmiş olsun dileklerini iletti.
Bir haksızlığa isyan etmek, bu isyanı dile getirmek için protesto hakkını kullanmak temel insan hakları arasında.
Onun için bu iki bakanımızı da kutlardım ama “adres sorunu” yaşıyorlar diye düşündüm.
Yerli ve milli protestoculara acımaz, her türlü kötü muameleyi hak görürken başka protestoculara sahip çıkmaları bir tutarlılık sorunu yaratıyor.
İnsan hakları bir bütün oysa.
Ve ne yazık ki bizim coğrafyamızda bu hakları kullanmak ülkelerin kendi vatandaşlarına ait bir hak olarak görülmüyor.
Kendi vatandaşlarına aynı muameleyi yapmakta beis görmeyenlerin İsrail’i bu konuda eleştirmeleri ise en hafifinden komik kaçıyor.
——————————-