t24.com.tr

Dön baba dönelim, aynı yere gelelim!

Adına “Orta Vadeli Program” denilen bir “ekonomik temenniler dizisi” bugüne kadar görmediğimiz derecede üst seviyede açıklandı.

Cumhurbaşkanı konuştu, Yardımcısı programı sundu, Hazine Bakanı ile Merkez Bankası Başkanı bizim gibi seyretti.

Kısacası kuvvetli bir gösteri çabasıydı; emeği geçenleri kutlarım.

Ama sadece gösteri olarak iyiydi, o kadar.

Ciddi ekonomistlerin yorumlarını okumuşsunuzdur; ben kendimi o kadar ciddiye almadığım için o konulara girmeyeceğim.

Sadece şunu sormak isterim ki “biz bu haltı niye yedik?”

Çölde bir tek deve ile yolculuk yapan iki Bedevinin öyküsünü anlatmama gerek yoktur sanırım!

Yani Cumhurbaşkanı niye kendisini iktisatçı zannedip, bir çuval inciri berbat etti?

Madem yine aynı yere gelecektik, ulusal servetimizi niye kaybettik?

Küresel Servet Raporu’na göre Türkiye, sahip olduğu tüm servetin yüzde 55’ini geçtiğimiz dokuz yıl içinde kaybetti.

Bunun çoğunu da “çokomelli” ekonomi programlarıyla başlayan ve hepimizin psikolojisini bozan dönemde kaybettik.

Damat Bey’in bakan olduğu, Cumhurbaşkanı’nın teolojik iktisat bilimine kendisini kaptırdığı dönemde yani.

Sadece son bir yılda Türkiye’nin serveti 142 milyar dolar azaldı ki o tarihte de ekonominin ipleri bizzat kayınpederin elindeydi.

Normal insanların yaşadığı bir ülkede, bu sonucu yaratan bir kişiye bir beş yıl daha iktidar teslim edilmezdi.

Ama Cumhurbaşkanı’mızın da tespit ettiği gibi psikolojik sorunları olan bir milletiz.

Halkımızın çoğunluğu “o bozdu yine o düzeltir” gibi bir yanılsama içine girdi, bedelini de hep birlikte ödeyeceğiz.

Bu arada Orta Vadeli Program ile hayaller kurmakta bir sakınca yok.

Çoğumuzun aklına “eski Orta Vadeli Programlarda da böyle vaatler vardı” demek gelmeyecek. Tabii insanlar da hayal ettikleri müddetçe yaşıyorlar ama şunu da söylemeliyim ki insanlar ikiye ayrılıyor: Böyle programların gerçekleşmesinden yararlanacaklar ve yararlanamayacaklar diye!

Kapitalist düzenin gereği bu ve üzerine İslamcı bir sos dökülmüş olsa da AKP de sağcı, kapitalist bir parti ve zenginleri daha çok seviyor.

Diyeceğim şu ki işçinin, memurun, emeklinin, küçük esnafın, köylünün bu programa bakıp, tatlı rüyalar görmek üzere uykuya yatmasında bir fayda yok.

Tam tersine uyanık olmalılar ve önümüzdeki yerel seçimde uyumadıklarını göstermeliler ki malum şahıs bozduğu ekonomiyi kurtarmanın yükünü onların sırtına yıkmaya kalkışamasın.

——————————

Kırgın seçmenin açmazı

CHP Sözcüsü Faik Öztrak, yerel seçimlerde tüm büyükşehirleri kazanma iddiasında olduklarını söyledi ve “küskün seçmenlere” seslendi:

“Bu sürdürülemez gidiş karşısında kırıldım, küstüm, üzüldüm diye mücadeleyi bırakamayız.”

Evet, yaşam biçimini tehdit altında gören seçmenin açmazı tam olarak bu.

Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere son seçim yenilgisinin baş sorumlularının koltuklarında pişkince oturmaya devam etmelerinin nedeni de bu.

“Nasıl olsa başka çareleri yok, tıpış tıpış gelip oylarını yine CHP’ye verecekler” diye düşünüyor olmalılar ki kulaklarını seçmene kapatmış, parti içi delege oyunlarıyla iktidarlarını sürdürmenin peşindeler.

Seçmen bu açmazdan nasıl çıkacak, bugünden bir şey söylemek zor.

Kırgın, küskün ve kızgınlar; bunu seçimde ortaya koyup, CHP’yi zapt etmiş kliğin tasfiyesinin önünü açmak isterler.

Meral Akşener’in “seçime kendi adaylarımızla gireceğiz” derken güvendiği şey biraz da bu.

Akşener de genel seçim sonuçlarının ne olduğunun farkında ve bu haliyle AKP – MHP ittifakı karşısında hiçbir yerde seçimi kazanamayacağını görüyor olmalı.

Kırgın, kızgın ve küskün CHP’li seçmenin, sandığa giderse oy vereceği tek seçeneğin kendisi olduğunu düşünüyor ama bunun o kadar da “çantada keklik” olmadığını bilmeli.

Çünkü o seçmen Kılıçdaroğlu’na olduğu kadar olmasa bile Akşener’e de kızgın aslında.

Akşener’in, “İstanbul ve Ankara’yı AKP kazanırsa kazansın” çıkışının, o seçmende nasıl bir yankı bulduğunu tahmin edebilmek zor değil.

Öte yandan bu kızgın, kırgın ve küskün seçmen, yerel seçimi de kazanmış bir AKP şımarıklığının kendi günlük hayatlarında nelere mal olabileceğini de kuşkusuz ki görüyor.

CHP’yi ele geçirmiş politik çetenin güvendiği de bu.

————————-

Oturduğun yerden olmaz

AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu Üyesi Metin Külünk, sosyal medyada yayınladığı bir mesaj ile Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a bazı sorular yöneltti.

Erbaş’ın, PKK’ya destek verdiği tespiti yapılan şirketlere fahiş ödemeler yaparak haksız kazanç sağlamasına göz yumduğunu öne sürdü.

FETÖ’cülerin de halen Diyanet’te üst düzey görevlerde bulunduğunu belirten Külünk, hakkında FETÖ iddiası bulunan bir kısım personele kol kanat gerildiğini iddia etti.

Bununla da kalmadı: “Her şey delillere dayanıyor, Cumhuriyet savcısının benimle temasa geçmesini bekliyorum” dedi.

Elindeki deliller ne derecede ciddidir, bunu bilmiyoruz.

Ancak böyle ciddi iki iddiayı dile getirdiğine göre bir bildiği olmalı.

Kimse böyle bir suçlamayı elinde bir şey olmadan yapmaz diye düşünüyorum, çok mu safım bilemedim.

Ancak burada sorun şu ki Külünk Bey, savcıların kendisiyle temasa geçmesini istiyor.

Bu işler öyle yürümez.

Madem elinde bilgi, belge vs. var ve bunların ciddiyetinden de emin, bir zahmet odasından çıkıp Adliye’yle gitmeli ve orada bir dilekçeyle “suç duyurusunda” bulunmalı ki savcılar harekete geçebilsinler.

“Günümüzde Savcılar her iddianın peşine düşüyorlar, benim iddiamın da peşine düşsünler” diye düşünmüş olabilir ama bu iddiaları, kendiliğinden araştırmak savcıların boyunu aşar.

Adamların da başını yakmasın derim, okullar da yeni açılıyor, yeniden kent değiştirmek hepsini çok sarsar!

——————————