Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Dümeni bozuk gemi

Dümeni bozuk gemi

Başkanlık sistemine geçtiğimizde uçup gidecektik, herkes arkamızdan ağzı açık baka kalacaktı ama bırakın uçmayı, doğru dürüst Cumhurbaşkanlığı kararı bile yayınlayamıyorlar.

Geçtiğimiz günlerde bir Cumhurbaşkanlığı kararı yayınladılar ve Marmara Üniversitesi bünyesinde “Mimarlık ve Tasarım Üniversitesi” kurdular.

Ertesi gün, kurulan şeyin “üniversite” değil, “fakülte” olduğunu düzelten bir karar daha yayınladılar.

Böyle bir fakültenin kurulması durduk yerde akla gelmez. Muhtemelen talep, Marmara Üniversitesi’nden geldi.

Ve yine muhtemelen bu karara esas olan metin, üniversiteden, YÖK’e, oradan  da Saray’a gönderildi.

Saray’da o kadar insan çalışıyor, haliyle maaşlarını hak etmek için bu metin üzerinde çalışmış olmalılar.

Muhtemelen Cumhurbaşkanı Yardımcısı ya da Cumhurbaşkanı’nın bu tür işler için görevlendirdiği üst düzey bir yetkili de bu kararın son halini görüp, altına bir paraf atmış olmalı.

Sonra da Cumhurbaşkanı bunu okuyup, imzaladı ya da okumadı, önüne ne getirilirse imzalayıveriyor.

Okuyup, yapılan hatayı görmemesi mi kötü, yoksa okumadan imzalaması mı kötü, karar veremedim.

Bu karar, Resmi Gazete’ye gönderilmeden önce de belli ki ehil birisi tarafından okunmamıştı.

Bu süreçte kimsenin aklına “üniversitenin bünyesinde yeni bir üniversite kurulur mu yahu” diye sormak gelmemiş.

Saray’da bin odayı dolduran çalışanların içinde, “üniversite Cumhurbaşkanlığı kararıyla değil, kanunla kurulur” diyebilecek bilgiye sahip bir kişi bile yok belli ki.

Prof. Dr. Kemal Gözler, 27 Aralık 2019’da yazdığı bir makalede, başkanlık sistemine geçildikten sonraki 1,5 yılda yayımladığı 24 kararnamedeki yanlışları düzeltmek için 31 kararname daha yayımladığını tespit ediyordu.

Artık Resmi Gazete’de en çok gördüğümüz başlık şu: “Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi.”

Keyfilik, idarenin işlemlerinin temel karakteri olmuş durumda.

O göreve atanmak için yeterli vasıflara sahip olmayanlar için yönetmeliklerin bir günlüğüne değiştirilmesi gibi uygulamalar da cabası.

Bir yandan keyfi yönetim anlayışı, diğer yandan görevin gerektirdiği niteliklere sahip olmayan kişilerin yönetici pozisyonlara getirilmesi yüzünden Türkiye, dümeni bozuk bir gemi gibi.

————————

Keyfilik, kanun oldu

Cumhurbaşkanı’nın kızı ve damadına yönelik hakaret mesajları yazanlardan 4 kişi çıkarıldıkları mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Gazetelerde bu kişilerin de polis tarafından derdest edilirken fotoğrafları yayımlandı.

Elleri arkadan kelepçelenmiş, boyunları sıkılarak başları aşağıya bastırılan şüpheliler bunlar.

Hatırlarsınız, bundan kısa bir süre önce Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’a yönelik hakaret mesajları yayınlayan iki kişi de gözaltına alınmış, biri tutuklanmıştı.

Türk Ceza Kanunu’na göre (125. Madde) hakaret suçunun cezası 3 aydan 2 yıla kadar hapistir. Suçun mağduru kamu görevlisi ise cezanın alt sınırı 1 yıla çıkar. Suç, alenen işlendiyse ceza altıda bir oranında arttırılır. Hakim, hapis cezası yerine, adli para cezasına da hükmedebilir.

Bu nedenle bugüne kadar hakaret suçlarında tutuklama yoluna gidilmezdi.

Zaten Alaattin Çakıcı’yı hapisten çıkarmak üzere yapılan son infaz düzenlemesinden sonra, bu suç nedeniyle hapiste yatmak da söz konusu değil.

Denetimli serbestlik de 3 yıla çıkarıldı, hakimler bunu hatırlıyor mu acaba?

Yani bu suçu işleyenler, ceza alsalar dahi hapis yatmayacaklar.

Bu durumdaki bir kişiyi tutukluyorsanız, tutuklamayı cezalandırma amacıyla yapıyorsunuz demektir.

Tutuklama, bir cezalandırma yöntemi değildir.

Sosyal medyadan yararlanarak insanlara hakaret yağdıran, kin kusan aşağılık tiplerin cezalandırılmasını istiyor olmamız başka şey, kanunun bu suç için uygun gördüğü cezanın “yüreklerimizi soğutamıyor olması” başka şey.

Bu tür suçlara verilen cezaların caydırıcı olmadığını ya da suçun ağırlığıyla orantılı olmadığını düşünüyorsanız, yapacağınız şey TBMM’den cezaları arttırıcı yönde bir kanun çıkarmaktır.

Kanunsuz suç da olmaz, ceza da olmaz.

“Kamuoyunun tepkisi var” denilerek, suçlular arasında ayrımcılık yapmak, bir hukuk devletinde kabul edilebilir bir durum değildir.

Türkiye, giderek keyfiliğin, hukuk ve kanunların yerini aldığı bir ülkeye dönüşüyor.

Bu gidiş, hayra alamet değildir.

————————————

Türkün, heykelle imtihanı!

Amerika’da ırkçı polisleri ve ırkçı uygulamaları protesto etmek için başlayan gösteriler, sonunda bazı heykellerin yıkılıp, kaldırılmasına kadar vardı.

Şu anda ABD’de Trump, bu heykel yıkma olayını kaşıyarak arkasındaki oyları konsolide etmek derdinde. (Zahide Can’ın T24’te dün yayımlanan “Trump Kaybedecek Mi?” başlıklı yazısını kaçırdıysanız, buradan ulaşabilirsiniz.)

Sadece ABD’de değil, Birleşik Krallık’ta da bir vakitler köle ticaretinin önemli isimleri olan tarihi kişiliklerin heykelleri birer birer yıkılıyor, denize ya da nehre atılıyor.

Tesadüf bu ya, gazeteci arkadaşım Belma Akçura’nın “Kaldırın Şu Heykeli Buradan” (İletişim Yayınları) isimli kitabı, ırkçı – köleci heykellerle mücadelenin başlamasından hemen önce yayımlandı.

Belma ile Milliyet’i yönettiğim yıllarda birlikte çalışmıştık, titiz araştırmacılığının birinci elden tanığıyım.

Kitabın Türkiye’nin heykellerle sınavının anlatıldığı bölümleri bir mizah öyküsü tadında.

Türkiye’de siyasetin ve bazı ideolojilerin başının heykellerle hiç hoş olmadığını hepimiz biliyoruz ama heykellerin kaldırılması ile ilgili tartışmalarda söylenenleri okuyunca Aziz Nesin hikayelerinin tadını alıyorsunuz.

Tutuklanan heykel mi ararsınız, cenaze töreniyle gömülen mi?

Çıplak heykeli giydirmek için elbise diktirip, üzerine giydiren bile var.

Belma bir de şuna dikkat çekiyor: Ülkemizde de dünyada da genellikle erkeklerin heykelleri dikiliyor.

Kadın heykel sayısı son derece az.

“Heykeli dikilecek adam” sözü boşuna çıkmamış belli ki.

Doğrusunu isterseniz, cinsiyetçiliğin böylesi daha önce dikkatimi hiç çekmemişti.

Bu sıcak yaz günlerinde eğlenceli hikayeler okumak isteyenlere öneririm.

————————–