“Ensar” Erdoğan yönetimi, 1 milyon “Suriyeli muhaciri” geri göndermenin hesaplarını yapıyormuş.
Bu kişilerin çoğunluğunu Halep ve çevresinden göç edenler oluşturuyormuş, artık Halep’te savaş bittiğine göre rahatça memleketlerine dönebilirlermiş.
Konunun, dün Erdoğan ve bakanlarının toplantısında görüşüleceği belirtiliyordu ve bu yazıyı toplantı başlamadan önce yazdım.
Toplantının sonucunu niye beklemediğimi merak edenler için söyleyeyim, bu toplantının ciddiye alınır bir yönü yok.
Dil alışkanlığı ile “bakanlar kurulu toplantısı, kabine toplantısı” diyenler oluyor ama Anayasal olarak bakanlar eski sistemde olduğu gibi ortaklaşa sorumlu değiller, hepsi tek tek Erdoğan’a karşı sorumlu.
Onun için bu toplantılarda Erdoğan çalıyor, Erdoğan söylüyor, hazirun dinliyor.
Üstelik konu da Erdoğan’ın tek başına çalıp söylemesine uygun bir konu değil, Suriye Devlet Başkanı Esad’ın da orkestra ve koroda yer alması gerekiyor.
Erdoğan çevresinden sızdırılan “Esad’la görüşülecek, orada değil şurada görüşülecek” gibi kulis haberlerinin nedeni bu.
Erdoğan, ne yapıp edip Esad ile görüşmeli ki iddia ettiği gibi 1 milyon Suriyeli geçici sığınmacı memleketlerine huzur içinde dönebilsin.
Esad ise görüşmeye başlamadan önce Suriye’deki Türk askerlerinin çekilmesini şart koşuyor.
Erdoğan’ın yapmak istese bile yapamayacağı bir şey bu.
Hem askeri geri çekmek hem de kol kanat gerdiği Suriyeli şeriatçı isyancıları Suriye ordusunun karşısında yalnız bırakmak, kolayca açıklayabileceği bir şey değil.
Gerçi o ne söylese tabanı bunu kabul etmeye de hazır ama çekiniyor işte!
Türkiye’de 13 Temmuz 2023 günü itibariyle 3 milyon 329 bin 516 Suriyeli geçici sığınmacı var.
Bu sayı, yılbaşından bu yana 184 bin 260 kişinin memleketlerine döndüğünü ya da bir yolunu bulup Türkiye’yi terk ettiklerini anlatıyor.
1 milyon kişinin geri dönebilmesinin tek yolu Esad’ın can ve mal güvenliklerini garanti ederek bu insanları kabul etmesi.
Bir diktatörün vereceği söze ne kadar güvenebilirseniz Esad’ın vereceği garantiye de o kadar güvenebilirsiniz tabii.
Onun için bunun kontrolünü sağlayacak ortak mekanizmalar kurulmuş olmalı ki bu konuda üzerinde anlaşmaya varılmış tek bir satır bile yok.
Ve Suriyeli geçici sığınmacılar konusunda ihmal edilen konu şu ki yaklaşık 1 milyon 350 bini Türkiye doğumlu ya da bebekken Türkiye’ye gelmiş olanlar.
Suriye diye bir ülkenin adını duymuşlar, analarından babalarından dinlemişler ama orası nasıl bir yer fikirleri yok, hatıraları yok.
Onların Suriye’ye dönmek gibi hayalleri dahi olmadığı varsayabiliriz.
Onun için masa başında oturup bu kadarını davul zurna çalarak, şu kadarını zorla kolundan tutarak göndeririz diyen iktidarı muhalifi kimseye inanmayın.
Bu ciddi bir insani sorun ve o ciddiyetle ele alınmalı, kelle hesabı yaparak değil.
——————————–
Gardırop dincisi!
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, beyaz cüppe ve Mercedes ile gezmeye başlamadığı günlerde müteahhit havuzlarından beslenen medyada ramazan sohbetleri yazıyormuş.
Sonra bu sohbetleri Diyanet İşleri tarafından kitap haline getirilmiş, orada anlatıyor:
“Cahiliye döneminde birinin evine vardıkları zaman mahremiyete saygı göstermez, dünya ve ahiret saadetini temenni etmek olan selamı da bilmezlerdi. “Sabahınız hayat olsun”, “akşamınız hayat olsun”, “aydın olsun” gibi sözler söylerlerdi. Bizde bazı kimselerin kullandığı “günaydın”, “tünaydın” ifadelerine benzer ifadelerdi bunlar.”
O günlerde kapı çalmak adetinin olmadığını Erbaş’ın yazısından öğreniyoruz. Kim bilir belki de o tarihte Arabistan’da evlerin kapısı da yoktu.
Erbaş’ın bildirdiğine göre girdiğiniz ev kendi eviniz bile olsa, içerde kimse olmasa da “Essalamü Aleyna ve ala ibadillahissalihin” demeniz gerekiyor.
Erbaş belli ki medyada adının geçmesinden de hoşlanmaya başlamış, amacının “popülarite” olduğunu düşünmeme yol açan tuhaf çıkışlar yapıyor.
Çalışma ve okul saatlerinin Cuma namazına göre ayarlanmasını istemesi bunlardan biri.
Kur’an kurslarının zorunlu eğitim süresinden sayılması da böyle.
Kim bilir belki daha da yüz bulsa Talibanvari yasaklar bile getirebilir.
Ancak dikkat ediyorum, Erbaş’ın bütün bu çıkışları şekil ile ilgili.
Şekil yerine gelsin, varsın kamu ihalelerinden çöplenme işi devam etsin, bu konuda ağzını açmıyor mesela.
Bisiklete biniyor, cüppe giymiyor diye bir din görevlisinin intihar etmesine yol açıyor ama cinsel fantezilerini cennet hayatı diye anlatan hocalar hakkında tek kelime söylemiyor.
Cüppesini sırtından hiç çıkarmıyor ama Mercedes ile gezmek tutkusundan vazgeçemiyor.
Geçen gün bir video seyrettim, Cüppeli Ahmet, Hazreti Peygamber’in, ölümünden beş yüz yıl sonra mezarından elini çıkartıp, Rufai tarikatının kurucusu Ahmet Rufai’ye öptürdüğünü anlatıyordu.
Ali Erbaş bu tür meselelere hiç girmiyor mesela, sonra da merak ediyorlar gençler neden deist oluyor diye!
Mesela yeni Menzil şeyhinin camiye girişi sırasında cemaatin (köpeğin olayım anlamında) köpek gibi havlamasına da sesini çıkarmadı.
Böyle şeylerin İslam’da yeri var mı, yok mu böyle tartışmalara hiç girmiyor.
Varsa yoksa şekil!
——————————-
Erkeklere var, kadınlara yok mu?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünya şampiyonu okçu Mete Gazoz’un başarısını telefonla arayarak kutladı.
“Gözlerinden öpüyorum, Türkiye’ye dönünce inşallah görüşmek üzere” dedi.
Gazoz’un başarısı gerçekten de çevremdeki herkesi duygulandırdı, sevindirdi. Cumhurbaşkanı’nın da biz sıradan insanlar gibi duygulanabilmiş olması hoşuma gitti.
Ancak hatırlar mısınız bilmem, bir süre önce kadın milli voleybol takımımız dünya şampiyonu oldu, dünya sıralamasında da yılların birincisi ABD’yi geçip, birinci oldu.
Bundan da hepimiz duygulandık, izlerken ağlayanların olduğuna bile tanık oldum.
Erdoğan, bu zaferi bir sosyal medya mesajıyla kutladı.
Takım kaptanını telefonla aramasını beklerdim oysa, aramadı.
Takım dönünce Saray’da bir törenle kutlama yapmasını bekledim, onu da yapmadı. “Türkiye’de görüşürüz inşallah” da demedi.
Erdoğan’ın kadın voleybol takımımızın başarısına sevindiğine eminim de neden Saray’da takımı ağırlayıp, onurlandırmıyor, bunu gerçekten merak ediyorum.
—————————-