OKSİJEN, t24.com.tr

Gidiyorlar: Bir nefes oksijen için

Ekim ayının sonunda New York’ta, Türkiye’den tanıdığım iki genç ile bir lokantanın bekleme kuyruğunda karşılaştım.

Baktık kuyruk çok uzun, vazgeçtik ve bu kez hep birlikte yakınlardaki daha tenha bir lokantaya gitmeye karar verdik.

Arkadaşlarımdan biri avukat. Otuzlu yaşlarının sonunda, kılık kıyafetinden anladığım kadarıyla da işleri yolunda.

Hukukun üstünlüğü endeksinde ne kadar geriye düşersek avukatlara o kadar çok iş düşüyor ve sanırım bu kılık kıyafetlere de yansıyor.

Avukatlık günümüzün gözde mesleklerinden. Benim üniversiteye gittiğim yıllarda da popüler bir meslekti ama artık avukata işi düşmeyen bir Türk vatandaşı kalmış mıdır, bilemiyorum.

2000 yılı verilerine göre Türkiye’de mahkemelerde görülen dosya sayısı 5 milyon civarındayken; 2023’te 11 milyona ulaşmıştı.

100 bin kişiye düşen avukat sayısında Avrupa’da lider ülkeyiz. Bunu duyunca Merkel’in dudakları uçukladı mı bilmiyorum ama! Reis bu konuda bir şey söylemedi.

Bu bilgiye İlke Vakfı’nın hazırladığı bir rapordan ulaştım. 2023 tarihli bir rapor. Yeni rapor bu ayın ikinci yarısı başında açıklanacakmış.

Ancak sorunumuz şu ki bu avukatların yüzde 46’sı 5 yıl ve daha az kıdeme sahip.

Her köşe başına bir hukuk fakültesi açmanın doğal sonucu sanırım bu.

1998 yılında cennet vatanımızda 21 Hukuk Fakültesi varken, geçtiğimiz yılki YÖK kayıtlarına göne 45’i devlet 38’i özel olmak üzere 83 hukuk fakültesi vardı. Türkiye’de üniversite sınavına giren öğrencilerin Türkiye, KKTC, Makedonya ve Bosna Hersek’ten toplam 94 hukuk fakültesine kayıt yaptırma olanağı vardı.

1998’de barolara kayıtlı 37 bin avukatımız varmış, 2024’te sayı beşe katlanmış; 200 bin avukata ulaşmış.

Hukuk eğitiminin düzeyini, bu kadar çok avukatın olduğu bir ülkede adalete erişimin daha da zorlaştığı gibi meseleleri tartışmayacağım.

Yazı arkadaşımın mesleğinden çıkıp, bambaşka bir yere geldi, konuya dönmem gerek.

Arkadaşım New York’ta istediği gibi giyinebildiğini ama bu yüzden kimsenin yadırgayan bakışlarına muhatap olmadığını anlattı.

“Yadırgandığını” söylediği giysi ise kıyafet konusunda muhafazakâr diyebileceğim benim gibi birisinin bile giymekte çok zorlanmayacağı bir ceketti.

“İnsan burada gerçekten özgür bir birey olduğunu hissedebiliyor” dedi, “herkes kendisiyle ilgili, sen ne yapmışsın, nasıl yaşıyorsun, ne giyiyorsun, kimsenin umurunda değil” diye de ekledi.

O anda çaktırmadın ama bu sözün beni çok etkilediğini huzurunuzda itiraf etmek isterim.

Bir insanın kendisini, memleketinden ne kadar uzaklaşırsa o kadar özgür hissettiğini söylemesi bana dokundu.

Gencecik bir insan, doğduğu, çalıştığı bir ülkede mutlu olamıyor, özgürlüğü birazcık da olsa duyumsayabilmesi için sınırın batısına doğru geçmesi gerekiyor.

Ülkemizi yönetenler açısından hiç de gurur duyulacak bir tablo değil bu.

TÜİK verilerine göre son beş yılda Türkiye’yi terk eden gençlerin sayısı yüzde 80 arttı.

2024 yılında yurtdışına göç edenlerin ağırlığı 20 – 24 yaşında. Göç edenlerin yüzde 14,7’si bu yaş aralığında.

Bunları yüzde 12,1 ile 25 – 29 ve yüzde 10,3 ile 30 – 34 yaş grubu izledi.

Yükseköğretim mezunlarının beyin göçü oranı 2015 yılında yüzde 1,6 iken, 2023 yılında yüzde 2 oldu. 2023 yılında yükseköğretim mezunu kadınların beyin göçü oranı yüzde 1,6, erkeklerin beyin göçü oranı ise yüzde 2,4 olarak gerçekleşti.

Göç edenlerin yüzde 6,8’i bilişim ve iletişim teknolojileri eğitimi görenler.

Üç günlüğüne gezmeye Hollanda’ya gitmek isteyenlere vize yok ama bilişim ve iletişim eğitimi gören bir genç insansanız, gayet rahat çalışma ve oturma izni alabiliyorsunuz.

Mühendislik, imalat ve inşaat okuyanların oranı da hayli yüksek: Yüzde 4,4.

Doğa bilimleri, matematik ve istatistik okuyanlar (yüzde 2,6) Türkiye’de kolayca iş bulamıyorlar ama göç ettikleri ülkelerde işleri hazır.

En yüksek beyin göçü oranına sahip lisans programları sırasıyla, moleküler biyoloji ve genetik (Yüzde 17,9), biyo mühendislik (Yüzde 10,2), işletme mühendisliği (Yüzde 9,8), elektronik mühendisliği (Yüzde 9,1), matematik mühendisliği (Yüzde 8,9) ve bilgisayar mühendisliği (Yüzde 8,4) oldu.

Türkiye’den beyin göçünün ana hedefi ABD. Göçün beşte birinden fazlası bu ülkeye yönelik oldu.

Bu ülkeyi Almanya (Yüzde 17,5), Birleşik Krallık (Yüzde 11,2), Hollanda (Yüzde 6,8), Kanada (Yüzde 4,9) takip ediyor.

Bu tablonun anlattığı şey şu: Türkiye bu gençleri yetiştirmek için dünyanın parasını harcıyor ancak bu yetiştirdiklerinin faydasını başka ülkeler görüyor.

TÜİK’in 2023 verilerine göre devlet, üniversite öğrencisi başına ortalama 84 bin 759 lira harcıyor. Öğrencilerin ailelerinin yaptıkları harcama ise ortalama 50 bin 236 lira.

Şimdi bu iki rakamı toplayıp, “gel de bu parayla üniversitede oku bakalım” diyenler elbette olacaktır.

Bu ortalama bir rakam ve ortalamalar uç değerlerden etkilenir.

Mühendislik, tıp gibi eğitimlerin daha yüksek maliyetli olmasına karşın daha çok öğrencinin devam ettiği özellikle sosyal bilimler programlarında maliyet daha düşük.

Yani esasen göç edenler, devletin ve ailelerin daha çok para harcadığı gençler arasından çıkıyor.

Bunun nedeni de kolayca tahmin edilebilir: O mesleklere sahip gençler yurtdışında daha kolay iş bulabiliyorlar.

Fırsatını bulan gidiyor çünkü artık yaşayarak öğrendik ki iyi öğrenci olmak, mesleklere giriş sınavlarında yazılıda en yüksek puanları almak bir işe girebilmek için yeterli olmuyor.

Birinci sırada partili misin, değil misin konusu var.

Siyasi nepotizm, Türkiye’de özellikle devlette kimin işe girebileceğini, kimin kapının dışında kalacağını belirliyor.

Türkiye’de bir üniversite diplomasına sahip olmanın anlamı artık kalmadı.

Moto kuryelerin yarısından fazlasının üniversite mezunu olduğu bir ülke burası!

Gençler eğitimini aldıkları alanlarda iş bulamıyorlar. Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları’ Ofisi’nin verilerine göre en yüksek oran gemi mühendisliğinde onların da ancak üçte biri kendi alanında çalışabiliyor.

Ve Türkiye artık gençlerini sıkıntıdan boğuyor.

Yurtdışına çıkanların kimseye söylemek istemeseler bile hissettikleri şeyi onlar da hissediyor: Rahat bir nefes alabilmek!

Recep Karagöz, Karar’da, Almanya’da tanıştığı bir gençle yaptığı konuşmadan şu bölümü aktarıyor:

“Burada kimse bana kim olduğumu sormuyor. İlk kez sadece işimi, sadece emeğimi konuşuyoruz.”

Yeni Türkiye’de olmayan bir şey yani!

————————-