Freedom House’un 2025 İnternette Özgürlük raporuna göre Türkiye bu yıl da sosyal medya ve erişim engellemeleri ve çevrim içi ifade üzerindeki baskılar nedeniyle “internetin özgür olmadığı ülkeler” kategorisinde yer aldı.
Raporda özellikle seçim süreçlerinde artan dijital sansür uygulamalarına da dikkat çekildi.
Türkiye’nin yer aldığı “internetin özgür olmadığı ülkeler” kategorisinde 22 ülke var.
Aralarında Mısır, Pakistan, Rusya, Venezuela gibi ülkelerin bulunduğu bu 22 ülkeyi burada saymak bile istemem.
Bir “dünya liderinin” yönettiği bir ülkenin içinde yer almaktan hiç de gurur duymayacağı bir grup bu!
Ülkemizin idarecileri bunu kendilerine nasıl yakıştırabiliyorlar bilmiyorum ama daha bu raporun mürekkebi kurumadan Ekrem İmamoğlu’nun sosyal medya hesabına bir kez daha erişimin engellenmesi kararı verildi.
Daha önce üç kere engellenmişti bu dördüncü oldu.
İnternetin ve sosyal medyanın kendine özgü doğası nedeniyle bu engelleme de çok işe yaramayacak.
Sitenin beşincisi, o kapatılırsa altıncısı devreye girecek.
Ve belki de bütün bu işler bittiğinde Ekrem İmamoğlu’nun “Cumhurbaşkanı adayı” hesabı belki 6 bin 748 kez engellenmiş olacak. On eksik, beş fazla; bir önemi yok.
Ekrem İmamoğlu’na neden kızdıklarını biliyoruz: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı üç seçimde de yenmeyi başardı, şimdi bir de Cumhurbaşkanlığı seçiminde yensin istemiyorlar.
Onun için diploma iptalinden tutun da casusluğa varan bir dizi soruşturmanın muhatabı.
Ancak Türk adliyesinin artık unuttuğu bir gerçek var ki İmamoğlu “masum bir T.C. vatandaşı”!
Aleyhinde verilmiş bir mahkeme kararı olmadığı için masumiyeti tartışılmaz bir durumda.
Ve üstelik bu “masum T.C. vatandaşı İmamoğlu”, İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı ve 15 milyondan fazla vatandaşın oyuyla da Cumhurbaşkanı adayı ilan edilmiş birisi.
İmamoğlu’nun kendini savunabileceği alan son derece sınırlı.
TRT ve irili ufaklı onlarca televizyon kanalında, büyük haber ajanslarında, artık okuyanları kalmamış olsa da eski isimlerini hâlâ taşıyan gazetelerde hakkındaki iddiaları yanıtlayabilmesine olanak yok.
Devletin resmi ajansı bile, haberlerinde sanki yargılama bitmiş de İmamoğlu mahkûm olmuş gibi “İmamoğlu Suç Örgütü” kalıbını kullanmaya çekinmiyor.
İmamoğlu’nun kendisini savunabileceği, hakkındaki iddialara yanıt verebileceği en önemli mecra kendi adına açtığı sosyal medya hesapları ve siteler.
Ama orada da bunu yapmasına izin verilmiyor.
İstanbul İddianamesi ve Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu hesaplarına erişim engeli getirildiği için ben de ister istemez kuşkulanıyorum: Ekrem İmamoğlu’nun kendisini savunmasına da mı izin verilmeyecek?
İmamoğlu, şu anda kanunlarımıza göre masum bir T.C. vatandaşı olduğu için sosyal medya paylaşımları ayrıca suç oluşturmadığı sürece engellenemiyor olmalı.
“Milli güvenlik ve kamu düzeni” gibi uyduruk gerekçelerle icat edilen suçlardan söz etmiyorum tabii.
Türkiye gibi bir ülkede milli güvenliği ve kamu düzenini tehdit edecek sosyal medya iletişimi yapabilmek o kadar kolay değil.
Kamu güvenliğimiz bu kadar sallantılıysa ve pamuk ipliğine bağlı ise bu kadar polisi, jandarmayı, askeri niye çalıştırıyoruz?
Bu fakir milletin parasına yazık değil mi?
Heidegger’in kankası MİT Müsteşarı o koltuğunu boşuna mı işgal ediyor?
Onun için bu palavraları bir kenara bırakalım derim.
Niyetiniz belli ki İmamoğlu’nun kendini savunmasını önlemek.
Bunu şimdi sosyal medyada engelleyebiliyorsunuz; peki mahkemede ne yapacaksınız?
Duruşmalar “milli güvenlik ve kamu düzeni” gerekçesiyle kapalı oturumlar halinde mi yapılacak?
Bunu da yaparsanız içinde yer almaktan kimsenin gurur duyamayacağı 22 ülkelik liste daha da daralır.
Bunu Türkiye’ye yapmaya ne hakkınız var?
————————–
Rumlar o işi çözerler!
KKTC’nin yeni seçilen Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştü ve memleketine döndü.
Gezi sonrası haberlere ve yorumlara yansıyan bilgilere göre Erhürman ile Erdoğan arasında bazı görüş ayrılıkları var.
Türkiye, eşit uluslararası statüyü garanti altına alan iki devletli çözüm üzerinde duruyor.
Erhürman ise siyasi eşitlik temelinde iki kurucu ortaklı federatif bir devletten yana.
Yorumcular bu görüş ayrılığının nasıl çözüleceğini merak ediyorlar.
Ben dış politikadan çok anlamam ama Kıbrıs konusunda uzman sayılırım: İlkokulda okurken sinemalarda gösterilen haber filmlerinden etkilenip mahallede “Ya taksim ya ölüm” diye bağırarak “mitingçilik oynamışlığım” bile var!
Onun için yorumcuları rahatlatacak yanıtı vereceğim: Ankara ve Lefkoşa Türkleri arasındaki siyasi görüş ayrılığı sorununu, Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan el ele vererek çözecektir!
Çünkü Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan Kıbrıs sorununun her iki yöntemle de çözülmesini istemezler.
Onlar için sorunun böylece buz dolabında durması, çözümün kendisinden daha önemlidir.
Böylece bir yandan Kıbrıslı Türkleri bezdirmek ve hayata küstürerek Kıbrıs’tan kaçırtmak mümkün olacaktır, diğer yandan Türkiye’yi çözülmemiş Kıbrıs meselesi yüzünden sıkıştırmak da adeta tadından yenmeyecek bir yan ürün olacaktır.
Kıbrıs sorununun böyle sürüncemede kalmasından Kıbrıslı Rumların da Yunanistan’ın da göreceği bir zarar yok.
Onlar hayatlarına böyle kolayca devam edebilirler ve o yüzden de bu sorunun bizimkilerin istediği gibi “eşitlik temelinde” çözülmesini istemezler.
Kıbrıslı Rumların, çözüme en çok yaklaşılan Annan Planı’na referandumda hayır demelerinin nedeni de buydu.
Düşünün ki Türkiye’nin en az yarısı o dönemde Annan Planı’nın, Kıbrıs’ı Rumlara satmak anlamına geldiğine inanıyordu!
Tuhaf bir durumdu: Kıbrıslı Rumlar, Türkiye’nin önemli bir bölümünün “Rum planı” diye istemediği planı reddettiler!
Tarih tekerrür edecek: Toplumlararası görüşmelerde ilerleme varmış gibi bir görüntü ortaya çıktığında Kıbrıs ya da Yunan gazetelerinde tuhaf haberler yayınlanacak ve her şey başa dönecek.
Erhürman da bu süreci yaşayarak kendisinden öncekilerin kaderini paylaşacak.
Onun için Erdoğan ile Erhürman’ın çözüm konusunda farklı düşünmelerinin bir önemi yok.
Kıbrıs’ta çözüm isteyen bir karşı taraf yok çünkü!
O tren, Kıbrıslı Rumlara AB üyeliği verildiği gün kaçtı!
—————————
