Ekrem İmamoğlu’nun gelecek seçimlerde Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına aday olarak çıkmamasını sağlama amacına yönelik soruşturmalardan birinde daha iddianame yazıldı.
İddianame yaklaşık 4 bin sayfa.
Şimdi iddianamenin yollandığı mahkemenin yargıçları bu iddianameyi okuyup, kabul edip etmemeye karar verecekler!
Yani kâğıt üzerinde, kanunlarımıza göre böyle yapılması gerekiyor ama bu elbette olmayacak.
15 gün içinde 4 bin sayfaya yakın bir iddianamenin okunmasından söz ediyoruz çünkü.
Her gün yaklaşık 250 sayfa okurlarsa ancak biter.
Okumaları bittiğinde “iddianamenin ilk 200 sayfasında ne yazıyordu” diye sorsak, doğru yanıt alamayacağımıza iddiaya girerim.
Birincisi bu kadar sürede böyle bir iddianameyi okumak zor. Unutmayalım ki bu iddianameyi yazanlar Türkiye Cumhuriyeti savcıları.
Bugüne kadar işim gereği okumak zorunda kaldığım iddianamelerin Türkçe standardı bu iddianame için de geçerli olacaktır diye varsayıyorum, o cümleleri iki üç kere okumadan özne kim, fiil nerede bulabilene aşk olsun!
Öyle iddianameler gördüm ki cümle nerede başlıyor, nerede bitiyor, bunu anlamak için bile hatırı sayılır bir çaba gerekir.
Diyelim ki iyi bir editör iddianameyi elden geçirdi ve Türkçesini anlaşılır hale getirdi.
402 sanıklı ve kim bilir kaç tanıklı bir iddianameyi ilk okuduğunuzda kim kimdi onun bile ayırdına varmak zor olur.
Onun için hakimler bu iddianameyi okumayacaklar, 15 gün içinde iade etmeye de cesaret edemeyecekleri için iddianame kabul edilmiş sayılacak.
Okumayacaklar ve iade etmeye de cesaret edemeyecekler çünkü bu siyasi bir dava.
Aksine inanmamızı istiyorlar ama bu memlekette 50 yıldır gazetecilik yapıyorum, çok dava gördüm.
Bu siyasi davada hakimler, savcının isteğinin tersine hareket ederlerse bu kış kıyamette soluğu nerede alırlar onu ancak HSK bilir. HSK’nın daha önceki uygulamalarından, istenmeyen kararları veren hakimlerin başlarına neler geldiğini hatırlıyorum çünkü.
Bu iddianame usulen mahkemede başından sonuna kadar okunacak tabii ama anlatılanları kaç kişi anlayacak, o da ayrı bir mesele.
Onun için duruşmalar TRT’den naklen yayınlansın önerisi de gerçekçi değil.
Tabii iddianamenin televizyondan okunması uyku sorunu olanlar için iyi bir çözüm olabilir.
Bu iddianameyi okuyup, anlayacak ve bizlere de anlatacak bu ülkenin sınırları içinde iki kişi var. Birisi T24 Genel Yayın Koordinatörü Gökçer Tahincioğlu, diğeri Oksijen yazarı Sedat Ergin.
Ben iddianamenin ne dediğini anlamak için onların okumasını bekleyeceğim, hakimlere de bunu öneririm.
İddianame yayınlandıktan sonra ilk haberlere göz attım: Benim için ilginç bir deneyim oldu.
Bir kere öğrendim ki Türkiye Cumhuriyeti’ne Cumhurbaşkanı seçilmek istiyorsanız çok paraya ihtiyaç var!
Ekrem İmamoğlu ve diğer 401 sanık bu amaçla örgütlenmişler, okuduklarım bu yönde.
Tuhaf bir ülkede yaşıyoruz demek ki: Bir belediye başkanı var, başka belediye başkanlarıyla birlikte kendisiyle birlikte 402 kişinin dahil olduğu suçları işliyor ve bunu Cumhurbaşkanı seçilmek için yapıyor!
Bunun için de önce CHP’yi ele geçiriyor! Neyle? Parayla tabii!
Ama kendisini kenara çekip, Özgür Özel’i genel başkan yaptırıyor filan.
Anlıyorum ki Türkiye’de üst akıl, dış güçler, emperyalist oluşumlar filan derken bir de çetecilik var ki halkımız yani seçmen bütün bu işlerde sadece figüran olarak yer alıyor.
Millete “bidon kafalı” muamelesi yapmak hiç yakışmamış!
Halkımız bir yandan göbeğini kaşırken, diğer yandan üç kuruş para fazla harcayana kanacak diye düşünülüyor belli ki!
Ekrem İmamoğlu ve 401 adamı, bir yandan CHP’yi, diğer yandan TeCe’yi ele geçirmek için para istiflerlerken casusluk da yapıyorlar.
Henüz kime casusluk yaptıklarını anlayamadık ama demek ki bunlar o kadar akıllı casuslar ki kime casusluk yaptıklarını bile gizlemeyi çok iyi başarmışlar.
Arkalarında iz bırakmamış olmaları casus olduklarını kanıtlayan en önemli delil olmalı!
Casus olmasalardı, casusluk yaparken suç delillerini bu kadar iyi temizleyemezlerdi!
İddianamenin beni dehşete düşüren bir iddiası da “medya havuzu” ile ilgili.
Meğerse İmamoğlu ve 401 arkadaşı, kendilerine bağlı bir medya oluşturma gayretine girmişler, çünkü Cumhurbaşkanlığı seçimi için lazımmış!
Aklıma nedense “havuz medyası” geldi.
Eski Ulaştırma Bakanı’nın müteahhitleri bizzat arayarak oluşturduğu havuz var ya, işte o!
Benim hatırladığım bir de kamu bankalarından verilen ve ne zaman ödeneceğini ancak damdaki kedilerin bilebileceği krediler meselesi var. O para da “tek sesli medya” için harcanmıştı, hatırlarsınız.
İddianamenin bu kısmından biraz nem kaptım!
Bana Ekrem İmamoğlu’ndan daha çok AKP’nin kendisine bağlı medya oluşturma sürecini çağrıştırdı.
Savcılık ofisine bir sızma mı var diye endişelendim çünkü Ergenekon davaları sırasında da bazı gazetecilerin isimleri “Ergenekon davasının itibarını sarsmaya cüret etmek” suçlamasının yanında yazılıydı.
Baktım, bu davada da benzer bir suçlama var. Kanunda yeri olmayan bir suç ama o işler yani “kanunsuz suç ve ceza olmaz” prensibi eski Türkiye’de kalmış, bu belli.
Neyse, benden şimdilik bu kadar.
Adalet Bakanı’nın söylediği gibi vatandaşın adalete güvenini sarsmamak lazım.
Gerçi bu güveni tesis etmek önce hakimlerin ve savcıların görevi ama durun bakalım, daha neler göreceğiz!
———————–
