Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

“Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı”

“Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı”

Kasım ayının son günlerinde, Bodrum’dan gelen bir haber gerçekten sarsıcıydı.

Farilya’da oturan emekli öğretmen Çetin Akıncı’nın cesedi, kendisine bir türlü ulaşamayan kardeşinin uyarısı sonucu jandarma tarafından yatağında bulundu.

Çetin Akıncı’nın tam olarak hangi gün, saat kaçta öldüğünü tespit etmek mümkün olmadı çünkü öleli tam beş yıl olmuştu!

Komşuları zaten kendi aleminde, sessiz sakin bir insan olduğunu söyledikleri Akıncı’yı göremeyince hiç meraka kapılmamışlar, İngiltere’de yaşayan kardeşinin yanına gittiğini düşünmüşlerdi.

O günlerde popüler haber konularından biri de Metaverse ile ilgili haberlerdi.

Akıncı’nın ölümü ile ilgili haberleri okurken, gözümün önünde sanal bir evrende hayali arkadaşlarına, hayali otomobiller, hayali tekneler, hayali giysiler vs. ile hava atarak “sosyalleşen” avatarlar vardı.

Oksijen okurlarına “Metaverse” ile ilgili olarak bilmişlik yapmak istemem ama meslek büyüklerim şöyle derlerdi: Herkes, her şeyi bilmek zorunda değildir. Yeni bir şeyden söz ediyorsan, açıklaman gerekir!

Metaverse, sanal gerçeklik yaratan elektronik cihazlar sayesinde, kendinizi zihinsel olarak içinde hissedeceğiniz bir sanal evren. Yapay bir fiziksel ortam var ve o ortamda siz de kendi yapay avatarınız ile bir hayat yaşayabiliyorsunuz.

Bugün bu yorum belki sizlere biraz abartılı olarak gelebilir ancak bu işe yatırılan sermayenin büyüklüğünü ve günümüzde kapitalizmin içinden çıkamadığı bunalımı da hesaba katacak olursanız yaratılan bu sanal kamusal alanın, internetin geleceği olduğunu söylememi anlayışla karşılayabilirsiniz ki bunu da zaten ben söylemiyorum Zuckerberg’den tutun da Bill Gates’e kadar “kapitalizmin yeni babaları” söylüyor.

Dördüncü Sanayi Devrimi, nesnelerin interneti, uzaktan çalışma derken bir anda hepimizin avatarlarımızla metaversede dolaşan zombilere dönüşme ihtimalimiz küçümsenmemeli.

Unutmayalım ki insanlık tarihinde üretim ilişkilerindeki dönüşümler bir gecede gerçekleşmedi.

Avcı – toplayıcılıktan yerleşik tarımsal üretime geçiş de aristokrasiye gücünü veren feodal üretim ilişkilerinin, yeni kentli sınıflar eliyle kapitalizme dönüşmesi de uzun zamana yayılan geçiş süreçlerinin sonunda gerçekleşti.

Bugün bildiğimiz kapitalizm de bir süredir dönüşme sancıları çekiyor, evrensel ekonomik krizler arasındaki süreler giderek daralıyor ve kuşkusuz ki bu da bir gecede yerini yepyeni bir üretim ilişkisine bırakmayacak.

Bu yazının konusu, henüz şafağında bulunduğumuz bu dönüşüm süreci değil elbette.

Bu yeni durumun, insan ilişkilerine, cinsiyetler arası ilişkilere olası etkileri üzerine de düşünmeye başlamamız gerektiğine dikkat çekmek istiyorum.

Haberlerde bir sanal yatın metaversde 650 bin dolara satıldığını, Gucci’nin gerçeğini 3 bin dolar civarında sattığı bir çantanın sanal olanını, metaversde 4 bin dolara sattığını okuyor, dost buluşmalarında sohbetini de yapıyoruz ama bilin ki bu iş orada kalmayacak.

Bireysel özgürlüklerimizin, bir bilim kurgu filmindeki gibi tehdit altında olduğunu henüz iddia etmesem de çok çeşitli yollarla elde ettikleri dev bilgiyi yeni internet ortamında kullanacak “milliyetsiz şirketlerin” elinde oyuncak haline dönüşme olasılığımızı ihmal etmemek gerekiyor diye düşünüyorum.

Kim bilir belki de talihsiz Çetin Akıncı’nın, beş yıldır (bazı kaynaklara göre üç yıldır) yatağında ölü olarak yatarken yokluğunun fark edilmediği haberinin, metaverse haberlerinin zirveye çıktığı bir döneme denk gelmesi de tesadüf değildir.

***

Playboy’un 1959 “playmate”i ve film oyuncusu Yvette Vickers, 2011’de Los Angeles’teki evinin ikinci katındaki yatak odasında de ölü bulunduğunda cesedi doğal olarak mumyalanmıştı.

Kalp krizi geçirdiğinde klimanın önüne düşmüş ve orada hayata gözlerini yummuş, klimadan gelen soğuk ve kuru hava cesedin bozulmadan kalmasını sağlamıştı.

Öldüğünü, aradan bir yıldan fazla zaman geçtikten sonra bir komşunun merakı ortaya çıkarmıştı.

Şimdi sıkı durun:

Vickers’in dizüstü bilgisayarı incelendiğinde görüldü ki öldüğü için yanıtlamaya fırsat bulamadığı 16 bin facebook postası vardı.

Twitter hesabına da 880 twit atılmıştı.
“Sosyal” medyada aktifti ama bu onu tek başına ölmekten kurtarmaya yetmemişti.

“Sosyal” medyanın, bir insanın sosyalleşmesi için yeterli olmadığının çarpıcı bir örneği bu.

Şimdi daha derin bir yalnızlığın metaversde yaşanacağını korkusuzca söyleyebilirim çünkü oradaki arkadaşlarımız da bizler gibi avatar olacak.

Bugün sosyal medyada gerçek bir insanla temas ettiğimizi biliyoruz ama metaversde böyle bir gerçeklik olmayacak.

37 yaşında, iyi eğitimli, sarışın, yeşil gözlü bir genç kadın zannederek ilişki kuracağınız bir avatarın, 65 yaşında esmer, Fatih burunlu bir erkek çıkma olasılığı hayli yüksek olacak.

Bugün bile sosyal medyada “kendisi olmayanlar” var, metavers olanakları bunu daha da büyütecek.

1950’lerde Amerika’da içinde bir tek kişi yaşayan hanelerin oranı yüzde 10 iken, 2010’da bu oran yüzde 27’ye çıkmıştı.

TÜİK verilerine göre Türkiye’deki durum da giderek ABD’ye benziyor.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarına göre, Türkiye’de 2008 yılında 4 kişi olan ortalama hane halkı büyüklüğü, 2020 yılında 3,30 kişiye düştü.

Bu uzun süredir gözlenen bir eğilimin devam ettiğini ortaya koyuyor.

Evde tek başına yaşayanlarımız 2012’de nüfusun yüzde 8,6’sı iken 2020’de yüzde 17,9’a çıkmış bulunuyor. Bir önceki yıl bu oran yüzde 16,9 idi.

2012’de evde tek başına yaşayanlar 6 milyon 360 bin kişiydi.

2020’de  bu rakam 14 milyon  966 bin kişiye çıkmış.

İki mislinden fazla bir artış var.

TÜİK’in “2020 İstatistiklerle Aile” araştırmasında geniş ailelerin yüzde 27,7’sinin yoksulluk sınırında yaşayan aileler olduğunu dikkatinize sunarım.

Yoksulluk nedeniyle isteseler bile ayrı eve çıkamayacak durumda olduklarını gösteriyor bu.

Yani “evde tek başına” yaşama eğilimindeki artışın devam edeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yalnızlık, çağdaş toplumların bir gerçeği ve ancak bu gerçekle baş edebilmenin yolu da “sosyal medya” değil.
Bilgisayar ekranında ya da elinizdeki telefondaki harflere, emojilere bakarak yalnızlığı yenebilmek mümkün değil.
Kaliforniya Üniversitesi (UCLA) bir “yalnızlık ölçer” geliştirmiş. 20 sorudan oluşuyor.

2010 yılı araştırmasına göre 45 yaş üstü yetişkinlerin yüzde 35’i “kronik” yalnızlık çekiyor. Bunların yüzde 20’si bu duruma son on yılda düşmüş.
Amerika nüfusunun yüzde 20’si “yalnızlık nedeniyle mutsuz” olduğunu söylüyor.
1985 yılında yapılan araştırmaya göre Amerikalıların yüzde 10’u ciddi bir konuyu konuşabilecekleri herhangi bir kimseye sahip değiller, yüzde 15’inin hayatta sadece bir tek arkadaşı var.

Aynı araştırmanın 2004 yılı sonuçları sorunun büyüdüğünü gösteriyor. Herhangi bir arkadaşı olmayanların oranı yüzde 25’e çıkmış, yüzde 20’sinin tek bir arkadaşı var.
Türkiye’deki durum ile ilgili ayrıntılı bir veriye TÜİK sitesinden ulaşamadım.

Ancak Türkiye’nin dünya dışı bir ülke olmadığını da biliyoruz. Türkler de dünyanın diğer yerlerinde yaşayan insanlardan çok farklı değiller.

ABD rakamlarını bir miktar aşağıya çekecek olursak aşağı yukarı doğru bir tablo görebiliriz diye düşünüyorum.

Cep telefonları, ellerimizin doğal uzantıları haline gelmeden önce işler daha kolaydı.

Kahvehanede pişpirik oynayanları izlemek için sandalyeni hafifçe o tarafa çevirmek, iki üç laf edebilmek için yeterliydi.

Haftada bir berbere uğramak, en azından futbol konuşmaya olanak veriyordu.

Kendileri gibi insanların devam ettikleri kulüplere, kahvelere vs. gidip, orada “canlı paylaşım” yapabiliyorlardı.
Bugün de bunu yapanlar var elbette; spor salonları, yoga ortamları, mahalle barları – kahveleri, tektekçi meyhaneleri bu olanağı sağlıyor.

Ve artık açık şekilde görülüyor ki sosyal medya, insanları sosyalleştiren değil, yalnızlaştıran bir işlev görüyor.

“Dünya aktif facebook nüfusunun” yarısının yaşadığı Avustralya’da yapılan bir araştırma,

Facebook kullanıcılarının bilgisayar başında giderek daha çok vakit geçirdikleri için “aile içinde yalnızlık” sorunu yaşadıklarını gösteriyor.

Önemli bir “sosyal servet” sayılması gereken “yakın arkadaşlık” kavramı, sosyal medya nedeniyle giderek tarihe karışmaya aday görülüyor.

Ve şimdi dev sosyal medya şirketleri, hepimizi sanal bir evrenin içine tıkmaya hazırlanıyor.

Nesnelerin interneti, zaten birçoğumuzun evden çıkmadan işini yaparak geçimini sağlamasını olanaklı hale getirecek.

Metaversin içinde doğup, yaşayıp, öleceğiz ve sanal hayatlarımız bittiğinde elimizden gerçeği de uçup gitmiş olacak.

Gerçek bir erkek ya da gerçek bir kadınla, gerçek bir ilişki yaşama fırsatını dahi bulamadan göçüp gidenler olacağını da bugünkü gelişmelere bakarak rahatça söyleyebilirim.

Ruhunuzu kararttım sanırım, ne yapalım, bu hafta da böyle oldu.

Daha önce bu konuda yazdığım yazıda, ruhu kararanlara Bülent Ortaçgil’in bir şarkısını armağan etmiştim; onu dinlerseniz belki keyfiniz yerine gelir:
“Savaştık, savaşa yazdık / Yenen ağlar, yenilen ağlar / Bir baktık ki yapayalnızdık / Diyen ağlar, demeyen ağlar / Bir tek aşk var / Aşk var mı? Var.. Aşk Var!”

Unutmadan söyleyeyim, yazının başlığı da Kafka’dan bir aforizma!

Kafesin aradığı kuşlar, bizleriz.

——————————