t24.com.tr

Kamu kaynaklarıyla vakıfçılık bitecek mi?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Vakıf Haftası nedeniyle düzenlenen toplu açılış töreninde “kamu malına el uzatmak, bizim nazarımızda ihanete eş değerdir” dedi.

“Vakıf eserleri nasıl bize ecdat emanetiyse kamu malı da milletin emanetidir” diye de devam etti.

Böyle şeyleri duyduğunda insanın göz yaşlarına engel olabilmesi mümkün değil tabii.

Tam göz pınarlarımdan iki damla yaş yanaklarımdan süzülmek üzere hazırlanıyordu ki psikiyatr ve film eleştirmeni Harvey Greenberg’in, Casablanca filmi için yazdığı “madem bu kadar duygusal, ben niye ağlıyorum ki” cümlesi aklıma geldi, göz yaşlarım geri kaçtı.

Çünkü Erdoğan Ailesi’nin genç üyelerinin kurdukları vakıflar tam olarak böyle bir durumun somutlaşmış hali.

Hatırlarsınız belki, 2019 yerel seçimlerinden önce AKP Genel Başkanı’nın oğlu Bilal Erdoğan ile AKP’li Beyoğlu Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız’ın başrolünde oldukları bir video kaydı çok konuşulmuştu.

Okçular Vakfı için etkinlik düzenlemişler, bu ikisi de yan yana oturmuş, Belediye Başkanı olan diğerine “kentsel dönüşümden bir iki yer, bina olarak aldık mı yeter” diyordu.

Bu konuyla ilgili çok yazı yazdım.

Kamu kaynakları kullanılarak kurulan ve adına “vakıf” denilen bu kurumlar, gerçek vakıflar değil.

Hazreti Ömer, Peygamber’in de onayıyla bir bahçesinin gelirini yoksullar için harcanmak üzere bağışladığında bugün “vakıf” dediğimiz kurumların öncülüğünü yapmıştı.
Birçok hayırsever, günümüzde de bu yolu izliyor, yaptığı hayrı sürekli kılmak için kendisine ait mülkleri vakfediyor.

Ancak TÜGVA, Okçular Vakfı, Türken Vakfı, Ensar Vakfı gibi birçok vakıf var ki bunların gelirleri büyük ölçüde kamu kaynaklarından oluşuyor.

Bu vakıfların hiçbiri Erdoğan ailesinin gelirleriyle kurulmadı, faaliyetlerini de böyle sürdürmüyor.

Büyük ölçüde kamu ile iş yapan iş adamlarının yardımlarından besleniyor, kamuya ait binaları, kaynakları kullanıyorlar.

Devlet ile şu kadar milyon dolarlık işi olan bir iş adamı, kendine gösterilen

vakıf ya da vakıflara da yardım etmek zorunda kalıyor. Bu bir devlet sırrı değil zaten.

Bu tür “zorunlu bağışları” yapmak mecburiyetinde kalan iş adamlarının kapalı ortamlarda bu durumdan nasıl yakındıklarını, “yaka silktiklerini” biliyoruz.

Mesela Başkent Gaz, Kızılay üzerinden Ensar aracılığıyla ABD’deki vakfa 8 milyon dolar bağışlamıştı.

Bir özel şirket, bir vakfa bağış yapıyor ama bu bağış önce Kızılay’a oradan Ensar’a oradan Türken’e gidiyor.

Bu kadar dolambaçlı yollara neden gerek görülüyor dersiniz?

Muazzam bir servetin transfer edildiği bu vakıfların bir yandan siyasetin finansmanında kullanıldığını diğer yandan da aile bireylerinin ihtiyaçlarına yanıt verdiğini söylersek, haksızlık etmiş olmayız sanırım.

Cumhurbaşkanı’nın Vakıf Haftası nedeniyle yaptığı konuşmada söylediklerinde samimi olduğunu varsayıyorum.

Onun için bu konuda gereğini de yapmalı.

Bu vakıfların sevk ve idaresinin siyasetten ve ailevi ilişkilerden bağımsız olmasını sağlayacak düzenlemeler yapılmalı ki biz de göz yaşlarımızı rahatça akıtabilelim!

————————-

Daha da bozmayın, düzeltin

AKP MYK toplantısında bir üyenin “gençlerde Ak Partili olmayanın işe girememe algısı var” demesi üzerine Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan da “mülakatların kalkacağını kim söyledi” demiş.

Bu kulis haberi Cumhuriyet’te yayınlandı.

Basına kapalı toplantılarda yapılan konuşmaların bir şekilde gazeteciler tarafından öğrenilmesi kaçınılmazdır.

Bu olayda da böyle olduğunu tahmin ediyorum ancak muhabirin kaynağı tarafından yanıltılmış olma ihtimalini de göz ardı etmiyorum.

Çünkü Erdoğan, partisinin seçim beyannamesini açıkladığı toplantıda tam olarak şunu söylemişti:

“Kamuya işe alımları, görevin getirdiği zorunluluklar dışında mülakatı kaldırarak gençlerimizin sınavlardaki başarı sıralamasına göre yapacağız.” (11 Nisan 2023)

Seçimden sonraki uygulamalar da gösteriyor ki Erdoğan bu vaadini tutmayacak.

Buna da şaşırmayacağız çünkü Erdoğan’ın bugüne kadar seçim vaatlerini alt alta yazıp kaçını yerine getirdiğini hesaplamaya kalkışsak, bu parti için yüz kızartıcı bir tablo ortaya çıkabilir.

Aslına bakarsanız “kamuya işe alımlarda mülakatın kaldırılması talebi” de tam bizim ülkemize göre bir talep.

Yani “bozuk giden bir işi düzeltmek yerine daha da bozmak” diye de tercüme edebilirim.

Dünyanın her yerinde önemli mesleklere girişte “mülakat” yapılır.

Bizim bakkal Ahmet bile kasada duracak birisini işe alacak olsa mülakat yapar.

Belli koşulları yerine getirebilen adaylar, önce işe girmek istedikleri kurumun İK yöneticileri ile görüşür, oluşturulan kısa listede yer almayı başaranlar da kurumun tepe yöneticilerini neden o iş için uygun olduklarını ikna etmek için mülakata girerler.

Çünkü işe her yeni alınacak kişi o kurumun sahip olduğu insan sermayesinin kalitesini de belirler.

Kamu kesimi için de bu geçerlidir.

AKP, iktidara geldiğinden beri kariyer meslekleri dahil kamuda işe alımlarda tek ölçü var: Bizden mi, değil mi?

Kadrolar böyle doldurulduğu için de devletin önemli kurumları adeta çökertildi.

Kamu yönetiminde devamlılığı ve kaliteli insan sermayesinin biriktirilmesini sağlayan kurumlarımızı gelecekte de çok arayacağız.

Ve bunun sorumlusu da “mülakat” sistemi değil, bu sistemi kötüye kullanan, kamu kurumlarının geleceğinden daha çok kendi grup ya da tarikat çıkarlarını gözeten partizan ahlaksızlıktır.

Önemli olan mülakat sistemini kaldırmak değil, mülakatları dürüstçe, işe layık olanı seçebilmek için yapmaktır.

—————————-