1985 yılının Haziran ayında Kurthan Hocam ile Şarköy’deki bir motelin bahçesinde geleneksel yaz tatilimizi yapıyorduk.
Yani bir ağacın gölgesinde oturup, arada laflayarak bira içerken hocam at yarışı çalışır, ben de kitap okurdum.
Hocam ile gazeteciliğe başladığım Yankı dergisinden beri hep birlikteydik. 12 Eylülcüler tarafından üniversiteden atıldıktan sonra “part time” iş arkadaşlığımız, “full time”a dönmüştü.
Üniversiteyi bitirdikten yıllar sonra Kurthan Hocam ile yeniden buluşmamı darbecilerin bu marifeti sağlamıştı. Hıncal Uluç, Ali Kocatepe, Hocam ve ben, Erkekçe’de bir araya gelmiştik.
İlk canlıların denizlerden çıkıp karada yaşamaya başlaması zamanımızdan yaklaşık 480 milyon yıl önce olmuştu.
Omurgalıların karaya çıkışları ise bundan daha geç; 416 milyon yıl önce!
Kurthan Hocam ile şöyle düşünürdük: Milyonlarca yıl süren bu evrim sürecini beş dakikalık bir zevk için geri çevirmek anlamlı değil!
Rahmetli Oktay Kurtböke, bizi, bu teorimizi pratiğe geçirdiğimiz Şarköy’deki motelin bahçesinde buldu. O zaman cep telefonu yok, otelin resepsiyonundan bir çocuk geldi, ikinizi telefona çağırıyorlar diye.
Oktay Ağabey, Cumhuriyet Genel Yayın Müdürlüğü’nden ayrıldıktan sonra, Hürriyet’in yan kuruluşu olan Hürgün’ün Genel Müdürü olmuştu.
Onun diline çok yakışan bir sözcük vardır, burada yazamam, o kelimeyi söyledikten sonra telefonda şöyle dedi: Yarın sabah bana gelin, sizi transfer ettim!
“Ama Hıncal Abi ne der” diye bir iki kekeledik, lafı ağzımıza tıktı: Ben konuştum onla, sorun yok!
Oktay Ağabeyi kızdırmaya gelmezdi; kendisi lisanslı güreşçiydi, bir elense çeker, devirirdi adamı yere. Gazetenin orta yerinde güreş tuttuğu da vakiydi. Belli ki Hıncal Abi de “Oktay Baba” dediği Kurtböke’yi kırmak istememişti.
Kurthan Hocam ile Hürriyet yolculuğumuz böyle başladı.
O günü hatırlamama neden olan şey geçtiğimiz hafta sonu Netflix’te karşıma çıkan bir mini dizi oldu: Mrs. Playmen.
Yedi bölümlük bu mini dizi, vergi cezalarından kaçmak için ortadan kaybolan kocasının ardından o yıllarda son derece tutucu olan İtalya gibi bir ülkede, bir erotik derginin başına geçmek zorunda kalan üç çocuk annesi bir Katolik kadının hayatından bir kesit aktarıyor.
Dizide öyküsü anlatılan İtalyan yayıncı Adelina Tattilo ile yollarımın kesişmesi de Oktay Ağabey’in sözünü ettiğim bu telefonu ile başlamıştı.
Dizide Adelina Tattilo’yu, Carolina Crescentini oynuyor.
Ben tanıdığımda dizide anlatılan dönem sanırım 10 yıl kadar geride kalmıştı ve hatırladığım Signora Tattilo, dizide kendisini canlandıran Crescentini’ye göre daha sert jestlerle konuşuyordu.
Kurthan Hocamla, tatili yarıda kesip Cağaloğlu’ndaki Hürgün binasında küçük bir odaya sığıştık.
Hürriyet’in o tarihteki patronu Erol Simavi’nin oğlu Sedat Simavi, dergi yayıncılığını geliştirmek istiyordu.
O günlerde Playboy’un da Ali Karacan tarafından Türkiye’de yayınlanacağına ilişkin dedikodular Babıali’de popülerdi.
Sedat Simavi ile bu dedikoduyu konuşurken o yıllarda Hürriyet’in Roma Muhabiri olan Mehmet Demirel’den bir öneri geldi: Roma’da Playmen diye bir dergi var, biz de onu alalım!
Derginin yayıncısı Tattilo Editrice ile ilk teması Mehmet Demirel kurdu. Anlaşma aşamasına gelindiğinde Doğan Hızlan ile Roma’ya uçtuk.
Doğan Bey ile Roma’ya gitmek, sıradan bir yolculuk olamazdı, olmadı da!
Anlaşma imzalanana kadar geçen bir haftada Roma’da gitmediğimiz sergi, dinlemediğimiz konser ve satın almadığımız plak kalmadı. Meşhur plak mağazası Ricordi’de ciddi bir servet bıraktık.
Tattilo Editrice’nin, Roma’nın kenar semtlerinden birindeki oldukça büyük bir villada olan merkezinde son imzaları attıktan sonra yayınevinin genel müdürü Signora Bruna Reali, “Adelina akşam evine yemeğe bekliyor” dedi.
Tıpkı dizideki gibi Roma’nın 7 tepesinden birinde muazzam manzaralı bir apartman dairesine gittik.
Yanlış hatırlamıyorsam üç katlı binanın en üst katındaki dairenin geniş yemek salonunda, uzun bir masada derginin yayın müdürü, genel müdürü ve birkaç İtalyan arkadaşı ile Doğan Hızlan, Mehmet Demirel ve bendeniz cennet kuşu bir masanın etrafına dizildik.
Gerçek bir yemek orjisiydi, masadan kalkarken ceketimin düğmeleri patlayacak diye endişe etmedim de değil.
Derginin genel yayın yönetmenliğini yürüttüğüm süre içinde Adelina Tattilo ile üç ya da dört kere daha bir araya geldim.
Dergi yayınlanırken ayda bir kez üç dört günlüğüne Roma’ya gider, bir sonraki sayının fotoğraflarını seçer, editör ile konuların tartışıldığı toplantılara kulak kabartırdım.
İtalya’da çalışmak bir rüya gibiydi!
İşe saat 10 gibi geliniyor, saat 13.00 – 13.30 gibi yemeğe çıkılıyor, yemekten ancak 17.00 gibi geri dönülüyordu.
Sonrası ağır bir mesaiydi: Akşam nereye gidiyoruz, nerde yiyeceğiz, hangi kulüpte içeceğiz gibi önemli konular öğlen yemeği sonrasındaki toplantılarda karara bağlanırdı.
Dizide anlatıldığı gibi Playmen’i diğer benzerlerinden ayıran en önemli şey erotizm anlayışındaki farktı.
Adelina Tattilo’nun Playmen’i, kadın özgürlüğünün ve kadının kendi bedeninin tek sahibi olduğunun altının kalın kalemle çizildiği bir dergiydi.
Derginin logosu bir P harfiydi ve o P harfi, kırmızı bir stiletto giyiyordu.
Adelina Tattilo’nun ayağında da gördüğüm türden bir kırmızı stiletto.
Türkiye’nin önemli çizerleri, yazarları, muhabirleri Playmen için yazdılar, çizdiler.
İlk sayıları ise baştan sona Kurthan Hocam ile ikimiz yazdık.
Hocam “yarının işini bugünden yap” derdi ki yarın tamamen boş kalsın Boğaz’da bir lokantaya yayılalım diye!
Türk Playmen’i, Turgut Özal’ın Adalet Bakanı Oltan Sungurlu’nun zorlamasıyla gündeme gelen Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu çıkana kadar yönettim.
O tarihten sonra Hocam ile birlikte Sabah grubuna geçtik, yeni dergiler yayınlamak için.
Diziyi seyrederken “niye Kurthan Hocam gibi bir karakterin dizisi çekilmiyor” diye aklımdan geçirdim.
Senaryo yazma yeteneğim yok ne yazık ki.
Prof. Dr. Kurthan Fişek, 1942 yılında Ankara’da doğmuştu. Tıpta sosyalizasyonun öncüsü Prof. Dr. Nusret Fişek’in oğluydu. ODTÜ’de okurken gazeteciliğe başlamış, doktorasını “Devlete Karşı Grevlerin Kritik Tarihi” isimli teziyle yapmıştı. 12 Eylülcüler tarafından 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu gerekçe gösterilerek üniversiteden atılmış, 1990 yılında Danıştay kararıyla üniversiteye döndükten sonra cuntayı protesto için aynı yılın 12 Eylül günü istifa etmişti.
Hocamı, 17 Eylül 2012’de kaybettik. Anısı önünde saygıyla eğilirken çok özlediğimi de sizlerle paylaşmak istedim.
—————————-
