Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

“Müslüman” ama şu ama bu yalan söyler!

“Müslüman” ama şu ama bu yalan söyler!

Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan, ikinci turdaki rakibi Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili olarak kullandığı videoların montaj olduğunu itiraf etti.

Tam itiraf da sayılmaz aslında.

“Ama montaj, ama şu ama bu video çekimlerini yaptılar” gibi başı sonu belli olmayan bir cümleyi ağzından kaçırınca, durum ortaya çıktı.

Gözü partizanlıkla kararmamış herkesin bildiği bir şeydi ve itiraf edilmesi de doğal olarak bir sonuç yaratmayacak.

Çünkü bu tür propaganda malzemelerini “kabul etmeye hazır” bir seçmen kitlesi var ve Erdoğan bu kitleyi gerçek olmayan bu tür malzemelerle etkilemeyi bugüne kadar başarabildi.

Son seçimde de PKK şeflerinin Kılıçdaroğlu’nun videolarında rol almaları, sahte afişler, sahte propaganda broşürleri ile etkili de oldu.

Yalan olduğunu biraz aklı olan herkesin kolayca anlayabileceği bu propaganda malzemeleri işe yaradı.

Öylesine işe yaradı ki Kılıçdaroğlu, seçimin ardından ilk hayal kırıklığı geçince o ana kadarki stratejisinden bile geri döndü.

Meğerse Oğan’dan da Bahçeli’den de Erdoğan’dan da daha milliyetçiymiş!

Bu dönüş ona ne kazandırır diye soracak olursanız, yanıtı belli bir soru olur: Hiçbir şey kazandırmaz!

Dövizin yükselmesinin, pahalılığın, terörün nedeninin Kılıçdaroğlu olduğuna inandırılabilen bir kitlenin, bir anda zihni bir küşayişle olup biteni kavrayabilmelerini beklememek gerekirdi.

Erdoğan’ın bu itirafı üzerine Ahmet Davutoğlu da Erdoğan’a çıkıştı: “Müslüman yalan söyler mi?”

Davutoğlu’nu hayal kırıklığına uğratacağım belki ama “yalan”, İslamcı siyasetin kullandığı en etkili silahlardan biri.

Dün de öyleydi, bugün de böyle.

Eğitimsiz kitleleri kolayca inandırabildikleri bir yalan antolojilerinin bile olduğunu, gerekli gördüklerinde bunları çıkarıp çıkarıp kullandıklarını bile söyleyebilirim.

“Camileri ahır yaptılar”dan tutun da Kabataş’ta üstü çıplak deri pantolonlu adamların başörtülü kadının üzerine işediklerine kadar bir dizi yalan sayabilirim.

Yalan, vatandaşların dini ya da milli duygularını kaşıyarak politika yapmak isteyenler için her zaman etkili bir silah olmuştur.

Yalan ile milli ya da dini duyguları kaşınan insanların neler yapabildiklerini gördük.

Bilmiyorum Goebbels’i filan hatırlatmama gerek var mı?

Bizim siyasal İslamcılarımız da bunu gayet iyi biliyorlar ve işin ilginci de şu ki “Müslüman yalan söyler mi” diye soran Davutoğlu, o tarihteki partisi Kabataş yalanları üzerinden siyaset yaparken kılını kıpırdatmamıştı.

Evet, dinine bağlı, dini değerleri içselleştirmiş bir Müslüman yalan söylemez, yalan söylemek “en büyük günahtır” ama bu Müslüman, dini siyasette kullanmak isterse tek ayak üzerinde kırk yalan söyleyebilir, bundan da rahatsızlık duymaz.

Onun için Erdoğan’ın da bundan ve “Müslüman yalan söyler mi” sözlerinden rahatsızlık duymayacağını, duymadığını söyleyebiliriz.

Aynı pişkinlikle bu malzemeyi kullanmaya seçimden sonra da devam edecektir.

———————————

Ben boş boş bakmasına takıldım

GP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu “Müslüman yalan söyler mi” diye sorunca, aklıma Bernard Shaw’un bir sözü geldi.

Ve bu söz yine bugünlerde siyaset gündemimizi işgal eden “Erdoğan bir bardak suyu nasıl içti” tartışmasına da ışık tutuyor olabilir.

İzlemeyen kalmadı diye tahmin ediyorum ama yine de videoyu kısaca anlatayım:

Erdoğan, kalabalık bir yerde oturuyor, arkalardan gelen ve kim olduğunu bilmediğimiz birisi Erdoğan’ın koruma müdürüne bir bardak su veriyor.

Müdür suyu Erdoğan’a uzatınca boş bakan gözlerle karşılaşıyoruz. Erdoğan’ın eli bardağı tutar gibi açık duruyor, gözleri boşluğa bakıyor ama bardağı almıyor, bir şey de söylemiyor.

Koruma müdürü bunun üzerine bardağı Bilal Erdoğan’a veriyor, Erdoğan suyu verenin kendi oğlu olduğunu görünce tereddüt etmiyor ve bardağı alıp, suyu içiyor.

Birçok kişi bu görüntülerden hareketle Erdoğan’ın koruma polisine bile güvenemediği sonucunu çıkardı.

Shaw’un sözü de bununla ilgili zaten:

“Yalancının cezası kimsenin ona inanmaması değil, kendisinden başka kimseye inanmamasıdır.”

Ne demişler? Herkes, başkasını kendisi gibi bilir!

Güvensizliğin kaynağı da bu olmalı. Çünkü kendisi kimseye güvenemiyor!

Otokratların kaderi de diyebiliriz buna.

Her işin Saray’da karara bağlanması, Saray’dan habersiz küçücük bir kupon arazinin bile satılamıyor olmasının nedeni de bu.

“Türk tipi başkanlık sistemi” de zaten bunun üzerine tuz biber ekti.

Fetullahçı çetenin 15 Temmuz’daki cinayet girişiminin de bu güvensizlikte rolü olmalı.

Yani bu korkuyu anlayabiliyorum.

Benim dikkatimi çeken şey, o kalabalıkta Erdoğan’ın sanki başka bir alemdeymiş gibi durması. Su bardağına boş boş bakması.

Allah vermesin, bir rahatsızlığı yoktur inşallah!

Beş yıl için Türkiye’yi tek başına yönetmeye talip bir adayın ve doğal olarak diğerlerinin de sağlık durumlarını bilseydik, bu bilgi seçmen olarak karar vermemizde yararlı olabilirdi.

——————————-