t24.com.tr

O ihaleyi nasıl aldın?

Ekrem İmamoğlu’nun, gelecek seçimde Recep Tayyip Erdoğan’ın rakibi olmaması için adliye eliyle yürütülen operasyonda yeni bir aşamaya geçildi.

İmamoğlu’nun “suç örgütü yöneticisi” olmakla suçlandığı iddianamenin mahkemeye gönderildiği gün bazı iş adamları sabahın bir vaktinde evlerinden polis marifetiyle alınıp, savcının karşısına çıkarıldılar.

Savcının iş adamlarını makamına polis desteğiyle getirmek istemesinin nedeni, tanık olarak sorgulamak isteği.

Gerçekten tuhaf bir durum.

Söz konusu üç iş adamından birisi arkadaşım, diğer ikisini de tanıyorum.

Savcılık kaleminden bir kişi bu iş adamlarına telefon edip, “buyurun gelin hem ifade verin hem bir çayımızı için” deselerdi, trafikte geç kalmamak için erkenden evlerinden çıkar, yarım saat önce gelirlerdi.

Bu meslekte 50 yılı devirdim, saymadım ama belki 200 kere de savcılıkta ifade verdim.

12 Eylül dönemi dahil polis beni evimden alıp, savcının karşısına çıkarmadı.

Ya eve ya da gazeteye gelen bir polis “şu gün şu saatte orada olmamı” istedi ya da bizzat savcının kendisi telefon edip “şu gün gelin ifade verin” dedi. Ben de gittim.

Bazılarında yurtdışındaydım, savcılar memlekete gelince uğramayı ihmal etmememi rica etmişlerdi.

Şunu iddia ederim ki Türkiye’de böyle bir davete icabet etmeyecek normal bir insan yoktur. Hele de bizim mesleklerde.

Bu nedenle söz konusu iş adamlarını polis marifetiyle savcının karşısına çıkarmanın bir anlamı olmalı.

Ve şunu da söylemeliyim ki bunun anlamını düşünmesi gerekenler biz sıradan vatandaşlar değiliz.

Polisin sabahın köründe suçlu gibi evlerinden toplayıp savcıya götürdüğü kişilere sorulan sorunun “bilmem hangi iş için ruhsat alırken belediye yetkililerine rüşvet verdiniz mi” olduğu anlaşılıyor.

Gerçekten ilginç bir soru.

Savcılık böyle bir soru sorduğuna göre elinde bazı bilgiler olmalı.

O vakit de söz konusu iş adamları tanık değil, şüpheli olarak ifadeye çağrılmış olmalı.

Öyle bir somut bilgi yok da yeni bir “itirafçı dalgası” yaratılmak isteniyorsa, orası başka tabii.

Söz konusu iş adamlarının ikisini Reis yakından tanır.

Mersin Limanı ihalesini, Mandarin işini filan iyi bilir.

Öyle bir gıllıgışlı durum olsaydı, Reis zaten bunları yanına yaklaştırmazdı! Ünlemi istihza amacıyla koymadım, noktalama işaretleriyle başıma iş açmak istemem.

Elde somut bir delil yokken böyle sorular sorulabilmesinin yolunun açılması malum müteahhitleri filan da tedirgin etmeli.

Günün birinde iktidar değişince ki bu mutlaka günün birinde olur, şu soruları soran bir savcının karşısına herkes çıkabilir: O ihaleyi nasıl almıştın?

Üzerinden araç geçmeyen köprülere ve oto yollara verilen garantiler, uçak inmeyen havaalanları, bütün şehir ayağını kırıp hastaneye yatsa dolmayacak hastanelere verilen hasta garantileri!

Sadece acil durumlar için kanuna konulmuş olan “davet usulü ihale” ile bu ülkenin kaç yüz milyar doları ihale edildi; sayabilene aşk olsun!

Beni dinlemez ama Reis’i bir kez daha uyarmak isterim.

Geçmişteki uyarılarımı ciddiye almadı, sonrasını hep birlikte yaşadık.

“Rabbim ve milletim affetsin” dedi, Rabbimizi bilmem ama milletimiz affetti fakat aynı suda iki kere yıkanılır mı?

Kendisi farkında mı bilmiyorum ama bir şeyler olmuyorsa bile bir şeyler oluyor!

Erdoğan’a yakın bir arkadaşım vaktiyle Erdoğan’ı çok eleştirdiğimi, kendisiyle ne alıp veremediğim olduğunu sormuştu.

Benim Erdoğan ile ne alıp veremediğim olabilir?

Ve aslına bakarsanız yaptığım uyarılar nedeniyle en hakiki Erdoğancı da ben olmalıyım; Bilal Bey kardeşimizden bile daha fazla.

Uyarıyorum ki hata yapmasın, memleketi düzgün yönetsin diye, dinletemiyorum.

Bu yazı da öyle bir uyarı olsun.

Yazı yaz, internete sal, Erdoğan bilmezse halik bilir!

Yaptığım budur.

——————————-