Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Rejim İstanbul’da darbe planlıyor

Rejim İstanbul’da darbe planlıyor

Öyle görünüyor ki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini kaybetmek, başta Genel başkanları olmak üzere AKP’de büyük bir travmaya neden olmuş.

Seçimin hemen ardından YSK eliyle gerçekleştirmeye çalıştıkları “darbe”, tekrarlanan seçimdeki büyük oy farkıyla başarısız kaldığından beri en büyük sorunları İstanbul.

Sorunun temelinde siyasetin finansmanında ve bazı ceplerin dolmasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin olanaklarının kaybedilmesi yatıyor.

Elbette İstanbul’u kaybetmenin iktidar partisi üzerinde yarattığı psikolojik bir çöküntüden de söz edebilmek mümkün ama biliyoruz ki bu arkadaşlar son derece “pragmatik”; bütçe olanakları onlar için her şeyin üstünde gelir.

Yani asıl mesele, cüzdanda yatıyor ve genel seçim öncesinde o cüzdanı yeniden ele geçirmek için darbe yapmaya hazırlandıklarını artık söyleyebiliriz.

İşaretler bunu gösteriyor.

İşaret fişeğini atan adam İçişleri Bakanı.

YSK eliyle İstanbul seçimini çalma fikrinin Damat ile birlikte mimarı.

Bakan Soylu, TBMM’de durduk yerde İBB’ye terör örgütleriyle bağlantılı 557 kişi alındığını söyledi.

Cumhurbaşkanı kendisine uzatılan bu pası, değerlendirmekte gecikmedi:

“15 bin kişiyi işten çıkarıp aralarında terör örgütleriyle iltisaklıların da bulunduğu 45 bin kişiyi işe aldılar.”

Ve ardından da önceki gün İçişleri Bakanlığı, İBB ve bağlı kuruluşlarında çalışanlar arasında terör örgütleriyle irtibatlı kişiler bulunduğuna ilişkin “ihbar, şikâyet ve tespitler” üzerine teftiş başlatıldığını açıkladı.

Gerçekten alem tipler bunlar.

Bu dedikoduyu yayan İçişleri Bakanı. Kibarca ifade etmeye çalışacağım, söyledikleri doğru değil. “Yalan” demek istemedim. Çünkü Bakan’ın “terör örgütüyle irtibat ve iltisak” diye anlattığı şeyler, kaynağını Anayasa’dan alan haklarını kullanan bazı çalışanların katıldıkları toplantılar, protestolar vs.

Bakan’ın uydurduklarını gerçekmiş gibi yayan, konuşmalarında tekrarlayan Cumhurbaşkanı.

Bu kara propagandanın medya ayağını yürüten de Damat’ın biraderinin başında olduğu havuz medyası.

Sonra da bütün bunları gerekçe gösterip, teftiş başlatıyorlar.

Hem şikayetçi hem savcı hem tanık hem hâkim olmuşlar; seçimle kaybettikleri Belediye’yi bir kez daha çalmaya kalkışacaklar.

Rejim, seçimle gelen belediye başkanlarını birer birer görevden alıp, yerlerine devlet memurlarından kayyumlar atarken, muhalefet partilerinin “aman bana HDP ile yakın demesinler” diye sessiz kalmalarının sonucu İstanbul’da da aynı tezgâhın kurulması olarak ortaya çıkacak.

Böylece bir taş ile iki kuş da vuracaklar.

Hem seçim öncesi Belediye’nin olanaklarını tepe tepe kullanma olanaklarını ellerine geçirecekler.

Hem de İmamoğlu gibi bir rakibin Cumhurbaşkanı adaylığını önlemiş olacaklar.

Gerçi bu ikincisine Kemal Kılıçdaroğlu da en az Erdoğan kadar sevinecektir ama renk vermemeye çalışacağına da eminim.

İstanbul halkının, seçtiği belediye başkanına sahip çıkma isteğiyle sokaklara dökülmesi ise rejim için sokakları karıştırarak, kaçan seçmenini yeniden birleştirmek için bir başka fırsat yaratacak.

Çift katlı ekmek kadayıfı yani!

——————————

Karaman’ın biri bir gün…

Fıkıh hocası Hayrettin Karaman’ın fetvalarını ne zaman okusam kahkaha atmama engel olamıyorum.

“O beni güldürüyor, Allah da onu güldürsün” diyeceğim ama fotoğraflarındaki “asık suratlı karizma” bozulur diye gülmek istemiyor olabilir.

Çünkü Karaman Hoca ile AKP Genel Başkanı’nın ilişkisi, bana hep sizlere de sıkça hatırlattığım Temel fıkrasını hatırlatıyor.

Hani kafasına göre bir imam bulup, bütün Ramazan ayını rahatça geçiren Temel var ya, o fıkrayı.

Son fetvası da “dövize endeksli mevduat” için alınacak Hazine katkısının “faiz değil hibe” olduğuna karar vermiş.

Erdoğan, faizle mücadele ederken Karaman Hoca’nın başka tür bir fetva vermesi zaten imkansızdı.

Karaman, örneklerine İslam tarihi boyunca çok rastlanan “alimlerden” biri.

Bunların görevi, dini kuralları o günkü muktedirin istediği şekilde yorumlayıp, dinin siyasal güç için kullanılmasının zeminini yaratmak.

Karaman da çağımızdaki tipik örneklerinden.

Bunlara bakınca İslam ülkelerinin neden iki yakalarının bir araya gelemediğini daha iyi anlıyor insan.

Hemen hepsinde iktidarda otokratlar var ve onların yaptığı akıl dışı işleri dine uydurarak meşruiyet kazandıran “alimler”!

Ben Erdoğan – Karaman ilişkisinden Temel fıkrası çıkartıp gülüyorum ama kimliklerini “inanmış Müslüman” diye tanımlayanların ağlaması daha yerinde bir davranış olur!

——————————

Hazine ve Maliye’nin sopası!

Türkiye Baş Ekonomisti Recep Tayyip Erdoğan’ın, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, fiyatlar hızla inmez ise “Hazine ve Maliye’nin sopasının” gelmekte olduğunu açıkladı.

Sopa, elbette hızla inmeyen fiyatların başına değil, fiyatları indirmeyenlerin başında kırılacak olmalı. Nebati Bey’in gözlerinden bu anlaşılıyor.

Önce bir merakımı soracağım: Acaba fiyatları devlet tarafından belirlenen malların durumu da bu işe dahil mi?

Devlet, bu mal ve hizmetlerin fiyatlarını indirmez ise sopa, kimin başına patlayacak? Nebati Bey’e çok dikkatli olmasını önermek boynumun borcudur.

Ve gelelim, “sopa” meselesine.

Hazine ve Maliye Bakanlığı, vatandaşlara karşı nasıl bir sopa kullanabilir?

Türkiye’de mal ve hizmetlerin el değiştirmesi serbest piyasa şartları altında gerçekleşiyor.

Maliye, bu fiyatları beğenmiyorsa bu narh koyacak anlamına geliyor olmalı.

Yani her malın fiyatını tespit ve ilan edecek, mallar o fiyattan satılacak.

Kusura bakmasınlar ama serbest piyasa ekonomisinde bu mümkün olabilecek bir şey değil.

Birincisi her mal aynı kalitede değil, ikincisi her üreticinin kendine göre bir maliyeti var.

Mesela zeytinyağında böyle bir fiyat nasıl tespit edilebilir?

Soğuk sıkımı var, taş baskı var, sıcak suyla sıkmak da mümkün. Ağaçtan neredeyse tek tek elde toplanmış zeytinden sıkılan var, yere dökülen dahil bir araya getirilip, sıkılan var.

Zeytin daha yemyeşilken erken hasat edilip sıkılan var, iyice kararıp, yağlandıktan sonra sıkılan var.

Maliye Bakanlığı bunların her biri için ayrı ayrı fiyat tespit edebilecek zamana ve uzmana sahip mi?

Maliye’nin sopası diye salladığı şey eğer fiyatlara narh koyarak, serbest piyasanın işleyişini bozmak değilse “vergi” sopası olmalı.

Vergi matrahının nasıl belirleneceği, ne oranda vergi ödeneceği kanunla tespit edilmiyor mu?

Bunu düzgün yapan işletmelere, sırf fiyatını bakanın istediği düzeye indirmedi diye nasıl ceza kesilebilir?

Bu Fetullahçılardan öğrendikleri bir yöntem olmalı ancak hukuka açıkça aykırı.

Böyle işler, hukukun geçerli olduğu serbest piyasa düzeninde mümkün olmaz.

Bunu daha önce deneyen Sovyetler Birliği gibi ülkeler oldu.

Orada da sonuç mal kuyrukları ve verimsiz işletmeler olarak ortaya çıktı, sistemin sonunu bu getirdi.

Maliye Bakanı bu sopa meselesini tane tane açıklasa da hepimiz öğrensek, neymiş gelmekte olan?

——————————