t24.com.tr

“Toplumun vicdanı” gerçekten rahat mı?

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, “Narin Güran davasında verilen karar önemli” dedi.

Ben de çok önemli buluyorum. Ancak bu kararı “önemli bulma” nedenimiz Bakan Bey ile aynı değil.

Bakan Tunç, kararın hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ilkeleri doğrultusunda verildiğini belirterek, bunun toplum vicdanında önemli bir yer edinmesi gerektiğini söylüyor.

Türkiye’de “hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı” ilkelerini unutalı çok oldu.

Hatta biraz daha ileri gidip, zaten Türkiye’de idarenin bu ilkelerle başının hiçbir zaman hoş olmadığını da söyleyebiliriz.

Bu dönemin farkı artık bunu saklama gereğini bile hissetmeden fütursuzca yapıyor olmalarıdır. Onun için bu bahsi geçelim.

Kararın “toplum vicdanındaki yeri” meselesine değinmek istiyorum.

Aile Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, “sanıklara verilen ceza yüreklere su serpti” diyor.

Mahkemeden çıkan karara bakınca da kararın esasen “yüreklere su serpmek için verildiği” izlenimi ediniyorum.

Ortada bir cinayet ve bazı sanıklar var.

“Bu cinayeti kim, neden işledi” sorusunun tam bir yanıtını alamadık.

Mahkeme, cinayeti işlediklerine kanaat getirdiği sanıkları ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm etti ancak bu kanaatin oluşmasına yol açan deliller nelerdi?

Burada bir netlik yok.

Cinayetin işlenmesine yol açan saik neydi?

Bunu da bilmiyoruz, mahkeme de bilmiyor.

Belli ki olayı soruşturan jandarmanın böyle bir soruşturmayı dört başı mamur yürütecek elemanları yokmuş.

Kişisel görüşüm bu cezanın temyizden döneceği.

Böylece eksik soruşturma ve kötü yargılama, küçücük bir kız çocuğunun öldürülmesinden sorumlu olanların cezadan kurtulmalarına yol açacak.

Roma’dan beri ceza yargılamasına hâkim olan ilkelerden biri bu: In dubio pro reo! Şüpheden sanık yararlanır!

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2018 / 562 sayılı kararı “ceza yargılamasında kuşkunun bulunduğu yerde mahkûmiyet kararından söz edilemez” diyor.

Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2015 / 52 sayılı kararı da “sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilmesidir” diyor.

Sosyal medya ve onlardan çok da farklı olmayan geleneksel medyanın gazıyla “toplum vicdanı” bu cezayı kabul edebilir ve onaylayabilir.

Ama “toplumun vicdani kanaati”, kararın “hukuki” olduğu sonucunu doğurmaz.

Bu yargılama, eksik ve kötü soruşturmadan kaynaklanan nedenlerle sorunlu.

Cinayeti kimin, nasıl ve hangi motivasyonla işlediğinin tartışmasız delillerle ortaya konmadığı bir karar var.

Biliyorum çok kişi bu yazı nedeniyle bana sinirlenecektir.

Onlara da hak veriyorum, “toplum vicdanı” bazen kendisini rahatlatmak için hukukun temel ilkelerini ve kavramlarını göz ardı edebilir.

Bunları hiçbir şekilde göz ardı etmemesi gereken devletin kurumları ve biz gazetecileriz.

Erdoğan hükümetinin bakanları, toplum vicdanına sığınarak, idarenin beceriksizliğinden kaynaklanan kötü soruşturmayı ört bas etmek isteyebilir tabii.

Narin’in güzel yüzü ve gülümseyen o fotoğrafı hafızalarımızda durdukça “toplum vicdanı” kendisini ne kadar rahat hissedebilir, o da ayrı mevzu.

——————————-

Öcalan’ın çağrısı ve Erdoğan rejimi

Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder’den oluşan DEM Parti heyeti, PKK’nın hapisteki lideri Abdullah Öcalan ile görüştü ve bir mesaj getirdi.

Öcalan, “Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim” diyor.

Buldan ve Önder, “Ortadoğu ve Türkiye’de yaşanan son gelişmelerin değerlendirildiği görüşmede Sayın Öcalan, dayatılan karanlık gelecek senaryolarına karşı pozitif çözüm önerilerini sunmuştur” diyorlar.

Böylece Devlet Bahçeli’nin TBMM’nin açılışında DEM Partililer ile el sıkışması ile başlayan süreç, yeni bir aşamaya giriyor.

Öcalan, “sürecin başarısı için Türkiye’deki tüm siyasi çevrelerin dar ve dönemsel hesaplara takılmadan inisiyatif alması, yapıcı davranması ve pozitif katkı sunması elzemdir.  Bu katkıların en önemli zeminlerinden biri de şüphesiz TBMM olacaktır” diyor.

Öcalan’ın “gereken pozitif adımı atmaya ve çağrıyı yapmaya hazırım” sözleri, “ehliyet ve kararlılığa sahibim” sözleriyle birlikte bir anlam ifade ediyor.

PKK’ya silah bıraktırıp, Türkiye dışına çıkma çağrısı yaptığında, Kandil’deki savaş ağaları bunu nasıl karşılayacaklar?

Kritik mesele bu.

Öcalan “ehil ve kararlıyım” diyerek PKK içinde bir anlamda liderliğini de oyuna sürüyor.

Bakalım Kandil’in bu işe yanıtı ne olacak?

Bu deneyin nasıl sonuçlanacağını zaman içinde göreceğiz elbette, şimdilik şunu söylemeliyim ki böyle bir süreç yaşanacak ve Türkiye, Kürt meselesini çözebileceği bir yola girecekse, bu bugünkü “demokratik” ortamda mümkün olamaz.

Gazeteci Nevşin Mengü hakkında PKK’nın Suriye’deki partisi PYD’nin eski eş başkanı Salih Müslim ile yaptığı röportaj gerekçe gösterilerek “terör örgütü propagandası” suçlamasıyla 7 yıl 6 aya kadar hapis istemiyle dava açılmasının üzerinden daha 4 gün geçti.

Böyle bir “demokratik” ortamda bu konu gerçekten konuşulabilir mi?

Öcalan’ın bu açıklamalarını aktardığımız için yarın bizler hakkında aynı suçlamayla dava açılmayacağının garantisi nedir?

Türkiye’nin demokrasi sorunu çözülmeden bu iş nasıl olacak?

Memleketin bir bölümünü demir yumrukla yönetirken, bir bölümüne demokrasi baharı getirmek gibi bir iddiayı kanıtlamak peşinde değillerse tabii.

—————————–