Bu tartışmayı hatırlayan kaldı mı bilmiyorum, 15 yıl öncesinin en hararetli tartışma konusuydu.
“Cumhuriyet Mitingleri” ile canlanan, AYM’nin “367 kararı” ile devam edip, 1. Ergenekon soruşturmasıyla zirveye çıkan gerilimli günlerin tartışması.
Aynı soru bugün durduk yerde aklıma gelmiş değil.
Soru bu kez “olumlu” bir anlam içeriyor.
15 yıl önce “Türkiye, Malezya olur mu” diye sorduğunuzda bir endişeyi ifade ediyordunuz.
Bugün aynı soru, otokratik bir rejimden, demokrasiye ve hukuk devletine geri dönüş olasılığını içinde barındırıyor.
Malezya, etnik ve dini fay hatlarıyla bölünmüş bir nüfusa sahip. Müslüman Malaylar, Hristiyan, Hindu ve Budist inançlara sahip Hintliler ve Çinlilerden oluşan bir nüfus yapısı var.
60 yıllık iktidarı elinde tutan bir koalisyona karşı 4 partinin kurduğu muhalefet ittifakı, seçimi nasıl kazanabildi?
Oksijen Gazetesinde bu hafta okuduğum bir yazı bu çok ilginç ittifak deneyiminden söz ediyor.
Işık Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Seda Demiralp’in yazısı, Malezya’da 60 yıllık bir iktidarı seçimle devirmeyi başaran muhalefet ittifakının, bu işi nasıl kotarabildiğini anlatıyor.
Elbette unutmamak gerekiyor ki her ülkenin kendine özgü dinamikleri var ve bir başka ülkede yaşanan bir deneyimin aynen tekrar edilebilmesi mümkün değil.
Ancak siyaset bilimi açısından her siyasi deneyimden genel geçerliliği olan sonuçlar çıkarmak mümkün.
Yazının tümünü burada özetlemeyeceğim. İlgilenenler bu haftaki Oksijen’de bu yazıyı bulabilirler.
Ancak bazı temel noktalara dikkatinizi çekmek istiyorum.
Bakalım, Malezya’da seçimi kazanan muhalefet ittifakı nasıl bir yol izlemiş, bizde seçime hazırlanan muhalefet ittifakı neleri henüz yapamamış?
Malezya muhalefet koalisyonu (Pakatan Harapan – PH) ortak aday olarak Malezyalıların önemli bölümünde güven uyandıran bir isim seçmiş. Altılı Masa’nın henüz adayı belli değil.
Muhalefetin, Malezya ekonomisindeki kötü gidişe güvenip, sırtını ona yaslamadığını da belirteyim.
PH, parlamento için de ortak listeler oluşturdu. Bunu yaparken hedeflenen şey oylamayı basit bir şekilde “iktidarı onaylamak ya da onaylamamak” tercihine dönüştürmekti. Böylece etnik ve dini farklılıkların oy verme davranışı üzerindeki etkisi azaltıldı.
Bizim Altılı Masa’nın seçime nasıl gideceği henüz belli değil. Bir ittifak olarak ortak adaylarla mı seçime girecekler, ortak listeler sadece bazı seçim çevreleri için mi geçerli olacak, herkes kendi parti kimliği ile mi yarışacak, bu belli değil.
PH, sadece Başbakan adayını değil, yardımcılarını ve bakanların listesini de kampanya süresince duyurdu.
Afişlerde, mitinglerde Başbakan, yardımcıları ve bakanlar birlikte yer aldılar.
Altılı Masa, henüz adayını ve seçim stratejisini ilan etmediği için “Altılı Masa kampanyayı nasıl yürütecek” sorusunun yanıtını bilemiyoruz.
PH partileri, seçim kampanyasını ortaklaşa yürüttüler. Ortak dil, ortak renkler, ortak logo kullandılar. Böylece iktidarın çizmeye çalıştığı “kültürel ve ideolojik kutuplaşma hatları” önemini yitirdi, silikleşti.
Seçmen için, çapraz oy kullanmak yani kendi partisinden başka bir partinin üyesine oy vermek kolaylaştı.
İlk 100 günde yapılacak 10 iş bir liste halinde duyuruldu ve bütün kampanyada afişlere, tişörtlere, bez çantalara basılarak, dijital ortamda paylaşılarak yaygınlaştırıldı.
Böylece iktidarın kontrolündeki ana medyanın, muhalefeti yok sayan yayın politikasının etkisi azaltıldı, seçmen muhalefetin vaatlerinin de farkına varabildi.
Bütün bunlar birbirinden farklı partilerin iktidara geldiklerinde ortak çalışamayacaklarına ilişkin endişeleri gidermeye yaradı.
Doç. Dr. Demiralp’in yazısı, bu örnekten yola çıkarak Altılı Masa’nın nasıl davranması gerektiğini anlatan bir yazı değil elbette.
Ancak en ucuz dersin, başkalarının tecrübeleri olduğu gerçeğini hatırlatmayı hedefliyor.
Altılı Masa, halen bir seçim ittifakı mıdır, ortak bir Anaya değişikliğini hedefleyen bir platform mudur, belli değil. Ortak aday çıkartılacağı söyleniyor ancak o da henüz belli değil.
Sızan haberlere bakılırsa bu soruların yanıtlarını bu ay da öğrenemeyeceğiz.
Bu konularda yazmaya başladığımda seçime 18 aydan daha uzun bir zaman vardı ve bir yıl boyunca bu konulardaki eleştirilerim yüzünden bazı yakın arkadaşlarımın bile sitemlerine maruz kaldım.
Şimdi seçime 6 ay var ve muhalefet 20 yıllık bir iktidarı seçimde yenmek istiyorsa süre gerçekten çok kısaldı, farkındalar mı bilmiyorum.
——————————–
Bakan, bu şirketi nasıl seçti?
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, yılbaşı gecesi motokurye olmuş ve sipariş dağıtmış.
Bakan düzeyinde birisinin motokuryelerin sorunları ile ilgilenmesi, bizzat o deneyimi yaşamak istemesi iyi bir şey, Bakan’ı bu hassasiyeti nedeniyle kutlarım.
Moto kuryelik yeni bir meslek ve artık önemli sayılabilecek bir istihdam kanalı.
Bakan hazır bu işe soyunmuşken bu mesleğin genel kurallarını belirleyen, çalışanların hak ve hukuklarını gözeten bir kanun teklifinin de TBMM’ye gelmesini sağlasaydı.
Böylece bir halkla ilişkiler kampanyasından ötesine geçilmiş de olurdu.
Ancak her marifet iltifata tabi olduğu kadar, her hata da eleştirilmelidir ki politikacılarımız kendilerine çeki düzen verebilsinler.
Bakan Varank bu işi yaparken bir tek şirketin reklam kampanyasını yürütür gibi davranmış.
Şirketin logosunu taşıyan giysiyi, şirketin logosunu taşıyan kaskı takmış, şirketin renk ve logosunu taşıyan motosikleti kullanmış.
Şirket için iyi bir reklam olduğuna kuşku yok. Kampanya karşılık değerini parayla ölçebilmek de mümkün değil.
Bakan’ı bu işe nasıl ikna edebildiler, şirketin yöneticilerini de kutlamak gerek.
Bakan unutmamalıydı ki Türkiye’de bu alanda faaliyet gösteren çok şirket var.
Onların arasından bir tanesini seçerken kriter neydi, bilmiyorum.
Bu Türkiye’nin çıkardığı önemli bir teknoloji şirketi ancak başkaları da var.
Onlar açısından bakıldığında Bakan haksız bir rekabetin aracı olmuş duruma düşüyor.
—————————-
