Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Türkiye’yi “batırmanın” bedelini herkes öder

Bunu söylemek işe yaramayacak biliyorum ama herkes hesabını bir kez daha gözden geçirmeli

Amerika Başkanı Trump, Türkiye’nin PKK/PYD’ye karşı düzenlediği operasyon nedeniyle bir dizi yaptırım kararı aldı.

Amerika’da zaten bir mal varlıkları olmayan bakanların Amerika’daki mal varlıklarını donduracaklar!

Bir tür Nasrettin Hoca fıkrası gibi sanki.

AB de doğal olarak ABD’nin peşinde. Türkiye’ye silah satmayacaklar vs.

Cumhurbaşkanı, bu nedenle harekâtı durdurmayacağını açıkladığına göre bütün bunların arkasının da geleceğini tahmin edebiliriz.

Ama bu ne işe yarayacak? Türkiye bir Venezuela mı olacak?

Gece yatıp, sabah kalktığımızda her şeyimizi kaybetmiş mi olacağız?

Türkiye dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri.

Türkiye’deki doğrudan yabancı yatırım 200 milyar doların üzerinde.

Bankacılık sistemi, uluslararası sistem ile iç içe.

Özel ve kamu kesiminin toplam dış borcu 450 milyar doları geçiyor.

Lafı uzatmadan söyleyeyim ki Türkiye’nin ekonomik olarak çökmesinin bedelini ödeyecek olanlar sadece bizler olmayacağız.

Zaten krizde olan batı kapitalizminin bir de Türkiye’nin batışından kaynaklanacak yükü sırtlanabileceğini zannetmiyorum.

Türkiye’yi, Venezuela’ya çevirmek isteyenler varsa da bir kenara 150–200 milyar dolar ayırmalılar ki bunun yaratacağı uluslararası ekonomik sarsıntıyı atlatıp, kendi ekonomilerini, bankalarını kurtarabilsinler.

Onun için yaptırım uyguluyoruz diyerek kendi kamuoylarını tatmin edecekler.

Bu tür yaptırımlar ile bu harekâtı durduramayacaklarını da biliyor olmalılar.

Ama bunun yaratacağı duygusal kopuşun bedeli, hem bizler için hem de Avrupa ve ABD için çok pahalı olacak.

Bu tablo bugün için Avrupa’yı ve ABD’yi eline geçirmiş bulunan ırkçı–popülist partileri ve yönetimleri mutlu ediyor olabilir.

Türkiye’nin ötekileştirilmesi, memleketlerinde bir seçimin daha kazanılmasını sağlayabilir.

Ama orta vadede bölgedeki bir müttefiki kaybetmiş olmanın stratejik kayıplarını telafi etmek de mümkün olmaz.

Aynı şey Türkiye’deki siyasi iktidar açısından da geçerli.

Batı düşmanlığını körüklemek, Türkiye’nin yüzünü doğuya çevirmek, bugünkü otoriter – popülist iktidar için siyasi bir kazanç gibi görünebilir.

Bu milliyetçi – İslamcı havayı körükleyerek bir seçimi daha kazanabilirler.

Ama boş tencereye dayanabilecek bir iktidar daha icat edilmedi. Baskı ve korkutma ile böyle bir rejim ne kadar ayakta kalabilir?

Bunu söylemek işe yaramayacak biliyorum ama herkes hesabını bir kez daha gözden geçirmeli.

Nobel Barış ödülünün mü peşinde?

Son gelişmelere bakınca “Acaba Recep Tayyip Erdoğan’ın asıl amacı Nobel Barış Ödülü’nü almak mıydı” diye düşünmeden edemiyorum.

Biliyorsunuz iki – üç yıl kadar önce Uluslararası Ombudsmanlar Konferansı diye bir konferans düzenlenmiş ve bu konferansın katılımcıları Erdoğan’a “güçlünün güçsüzü ezme düzenine karşı verdiği mücadele, insanlığa yaptığı katkılar ve mazlumların yükselen sesi olduğu için” Nobel Barış Ödülü verilmesini isteyen bir bildiri yayınlamışlardı.

Katılımcıları, konferansa katılmaya Erdoğan hükümetinin davet ettiğini hatırlatmama bilmiyorum gerek var mı?

Nobel Barış Ödülü meselesini, konferansçılar gibi durduk yerde ortaya atıyor değilim.

Dediğim gibi “son gelişmelerin ışığında” ani bir aydınlanma yaşadım.

Çünkü öyle görünüyor ki Erdoğan’ın bir emriyle başlayan Barış Pınarı Harekâtı, adıyla müsemma bir iş oldu.

Dünya yüzünde birbirine küs olan her hangi bir millet neredeyse kalmadı, herkes Türkiye karşıtlığında el ele vermiş durumda!

“Özlenen tablo” diyeceğim ama trollerden korkuyorum, çünkü “özlenen tablo” denilen şey bir süredir bizim memlekette Erdoğan’ın arkasına hizalanmak anlamına geliyor!

Rüyanızda görseniz şuna inanır mıydınız: ABD ile Rusya anlaşmış durumda, hatta ABD Savunma Bakanı “görevi Ruslara devrettik” diye övünebiliyor.

Avrupa Birliği, Arap Birliği ile tamamen mutabık!

Suriye rejimi, neredeyse 50 yıldır adam yerine koyup, “nüfus cüzdanı” bile vermediği Suriye Kürtlerini bağrına basıyor.

Esad’ın katil babası, mezarında ters dönmüş olmalı!

Gerçekten tuhaf işler oluyor!

Bir savunma işbirliği teşkilatı olan NATO’nun üyeleri kafa kafaya verip, kendilerinden birine artık silah satmama kararı alıyorlar.

Silah satmama kararı verdikleri üye, NATO’nun kurulduğundan beri “stratejik düşmanı” ile sınır komşusu üstelik!

Böylece Erdoğan bir hamlede, askeri bir ittifakı da yerle bir etmiş bulunuyor ki bence barışa bundan daha büyük bir hizmet olamaz.

Yabancıları geçtim, normal şartlar altında birbirlerine selam vermeyecek olan memleketin milliyetçileri, ulusalcıları ve İslamcıları bile barıştı, hepsi Erdoğan’ın arkasında.

Bakın işte buna “özlenen tablo” dememde bir sakınca yok!