Diyanet İşleri Başkanlığı’nda örgütlü Mil Diyanet Sen isimli bir sendika, Kanal D’de yayınlanan İnci Taneleri dizisindeki pavyon sahneleri ve danslar ile ilgili olarak RTÜK’e müracaat etti.
Bu arkadaşlar belli ki önce söz konusu sahneleri ağızlarının suyu akarak seyretmişler ve sonra da şikâyet etmeye karar vermişler.
Sonuna kadar seyrettiklerini kendi açıklamalarından da anlıyoruz ki, izlerken “sizde hiç utanma yok mu” bile demişler!
Seyretmelerinde bir tuhaflık yok. Rating ölçümleri de gösteriyor ki zaten o saatlerde Türkiye’de açık olan her beş televizyondan birinde bu dizi izlenmiş. ABC1 grubunda ise bu oran dörtte bire çıkıyor.
Ama utandıkları sahneleri niye izlemişler, bunu söylemiyorlar.
Televizyon denilen cihazın üzerinde eskiden tuşlar vardı, seyretmek istemediğin bir şey ile karşılaşınca basıp kanalı değiştiriyordunuz.
Şimdi daha kolay. Uzaktan kumandaya bir dokunuş, zap diye sizi bir başka kanala geçirebiliyor.
Mesela Mil Diyanet Sen’li “ahlak uzmanları” niye bunu yapmamışlar da dizinin sonuna kadar “sizde hiç utanma yok mu” diye söylene söylene seyretmişler, bunu gerçekten merak ettim.
Böyle bir sahneyi Şener Şen oynasaydı nasıl olurdu diye gözümün önüne getirip, kahkaha bile attım.
Ben rahatsız olduğum bir görüntü ile karşılaşınca zap yapıyorum, kimseyi de şikâyet etmek aklımdan geçmiyor.
Ancak bu tipler kendilerini milletin ahlakının bekçisi zannediyorlar.
Kim ne izleyebilir ne okuyabilir, nasıl giyinebilir, böyle şeylere kendileri karar vermek istiyorlar.
O gün bu diziyi izleyen 6 milyon kişiden fazla T.C. vatandaşı birey ne izleyeceğini bilmiyor, bunlar onu öğretmeye gelmiş!
RTÜK biliyorsunuz böyle durumlarda kahve dövücüsünün hınk deyicisi olarak görev yapıyor.
Kızıl Goncalar dizisine de “36 bin kişi şikâyet etti” diye yayın durdurma ve para cezası vermişlerdi.
Benzeri bir cezayı Yılmaz Erdoğan’a da kesmeye yürekleri yetecek mi, bilemiyorum.
“Ahlak bekçilerinin” internet sitelerine baktım, tarikat yurdunda tecavüze uğrayan çocuklarla ilgili bir kınama mesajı bile yok.
Denetimden uzak yatılı kuran kursunda yanarak ölen çocuklar için bir göz yaşı damlası aradım, bulamadım.
“Devletin malı deniz, yemeyen domuz” ilkesiyle hareket edenlere söyleyecek sözleri de olmamış.
Ama boşanmanın ardından kadınlara nafaka ödenmesine karşılar, bunun için Cumhurbaşkanı’na mektup bile yazmışlar.
Tecavüz mağduru çocuk ve kadınların ifadelerinin geçersiz kabul edilmesini de istiyorlar.
Çocukların evlendirilmesine de karşı değiller, serbest bırakılmasını istiyorlar.
Ama televizyon ekranlarında bir dans sahnesi görünce dayanamıyorlar hem seyrediyorlar hem de şikâyet ediyorlar.
Diyanet kadrolarında bu sendikanın ne kadar üyesi var, onların kaçı sendikanın yöneticileri gibi düşünüyor, bunu merak ediyorum.
Sayılarının az olmadığını Diyanet’in Başkan’ının tutumlarından da biliyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığı, tek parti rejimine klerikal bir yama olma fonksiyonunu yerine getiriyor.
Din adamlarının kendi alanlarının ve görevlerinin dışına çıkarak toplumsal konularda söz ve nüfuz sahibi olmaya başlamalarının nedeni bu.
Halkın büyük bir kesiminin benimsediği yaşam tarzına müdahale amaçlarının gerisinde de bu ideoloji ve politik amaç var.
Bildiğin faşizmin üzerine din sosu dökmek diye de tanımlayabiliriz yaptıklarını.
—————————–
Parti devletinin sonucu
AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday gösterdiği Murat Kurum, bir salon toplantısıyla seçim kampanyasını başlattı.
Toplantıyı izleyen gazetecilerin yazdıklarına göre toplantı salonunda Murat Kurum’un adı ve fotoğrafı yokmuş. Sadece Erdoğan ve Atatürk’ün dev posterleri asılıymış.
Bu da çok şaşılacak bir durum değil, zaten Kurum’un adaylığı da “ileride Erdoğan’a rakip olmayacak düşük profilli politikacı” olmasından kaynaklanıyor.
Murat Kurum, kampanyasını açıklarken şu anda anneler için uygulandığı gibi, 0 – 6 yaş arasında çocuğu olan babalara da “ücretsiz” ulaşım hakkı tanınacağını söyledi.
Bu vaat, sosyal medyada “baba kart çıkarılacağı” şeklinde yorumlandı.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı (CİB) “düzeltme” yayınladı. Kartın “baba kart” değil, “aile kart” olacağı bildirildi.
Murat Kurum devletin bir görevlisi değil. Bir partinin belediye başkanı adayı olan, bir politikacı.
Onunla benim ya da sizin aranızda bu açıdan bir fark yok. Hepimiz düz vatandaşlarız.
Oysa CİB devletin bir kurumu.
Murat Bey adına bir düzeltme yapmak görevi değil.
Böyle bir düzeltme yapılması gerekiyorsa bunun yapılacağı yer AKP’nin iletişim ofisleri ya da Murat Bey’in kampanya ofisi olmalıydı.
Devlet ile partinin iç içe geçtiğinin, devletin bir tek parti devletine döndüğünün bir göstergesi de bu.
İşte bunlar tek parti faşizminin ayak sesleri!
——————————-
“Ücretsiz” değil, “bedava”!
İletişim Başkanlığı’nın ve Murat Kurum’un “aile kartının ücretsiz olacağı” ile ilgili açıklamaları yaygın bir yanlışı tekrarlıyor.
“Ücret” kelimesi, işgücünün karşılığı olarak ödenen fiyatı tanımlar. “Ücret öyle bir fiyattır ki işgücü için ödenir”
Bir mal ya da hizmeti, karşılığında bir bedel almadan dağıtıyor ya da veriyorsanız bu o mal ya da hizmetin “bedava” olduğunu gösterir. Kullanmanız gereken kelime “ücretsiz” değil, “bedava” olmalıdır!
Argo kelimeler kullanmayı seviyorsanız “beleş” de diyebilirsiniz.
Bazen bu amaçla “parasız” kelimesinin kullanıldığı da oluyor ki bu da yanlış.
Bütün paramı harcadığım ya da para kazanamadığım için ben “parasız” olabilirim ama bana bedava verilen ürün ya da hizmet “parasız” olmaz, “bedava” olur.
Yüzyıllara yayılan süredir “Bedava sirke baldan tatlıdır”, “Bedava mezar bulsa içine girer” gibi sözleri tepe tepe kullanan bir halkın, bedeli alınmadan dağıtılan mal ve hizmetler için “bedava” kelimesini kullanmaktan niye utandığını çözemiyorum.
—————————–
