Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Veliaht Albayrak, ötekilerin şansı yok

Veliaht Albayrak, ötekilerin şansı yok

Kulis haberlerine göre AKP içinde “ekip çekişmesi” varmış. “Beratçılar, Soylucular ve Bilalciler” diye tanımlanan grupların parti içinde etkili olma çabaları partinin eskileri arasında sıkıntı yaratıyormuş.

Daha önce de Binali Yıldırım’ın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığını ilk anda kabul etmemesinin nedeni olarak da bu grupların ilçe belediyeler üzerinde hakimiyet kurma çabası olduğu vurgulanıyordu.

Berat Albayrak ile Süleyman Soylu’nun “omuz tokuşturma” görüntüleri hepimizin hafızasında tazeliğini koruyor.

TBMM’deki Anayasa oylaması sırasında karşı karşıya gelmiş ve birbirlerine “omuz attılar” görüntüsü veren bir çarpışma yaşamışlardı.

Çarpışmadan sonra Berat Albayrak’ın bir “pardon” bile demeden yürüyüp gittiğini, Süleyman Soylu’nun da onun arkasından bakarak müstehzi bir gülücük gönderdiğini hatırlayalım.

Bunlar durduk yerde olabilecek şeyler değil.

Bilal Erdoğan’ın da bir halkla ilişkiler atağı yaparak parti içinde “ben de varım” dediğini de daha önce konuşmuştuk.

Ancak bütün bunlardan “AKP içinde çatlak var” sonucunu da çıkarmamak gerekiyor.

Bu kişiler tek tek ya da birbirleriyle ittifak halinde parti içinde etkin olmaya çalışabilirler, siyasetin doğasında bu var.

Ama bundan bir bölünme çıkmaz çünkü partinin öyle bir temel yapıştırıcısı var ki kimse onun sözünden çıkamaz, kıpırdayanlar olursa da bir göz işareti ile yerlerinde yeniden hizaya geçerler.

O temel figür Recep Tayyip Erdoğan. Parti tabanı tarafından kimseyle kıyaslanamayacak şekilde seviliyor, destekleniyor.

Kendisi ile birlikte partinin kuruluşunda yer alan büyük isimlerden öyle manevralarla kurtulmayı başardı ve tek adam haline dönüştü ki parti içinde karşısında kimse duramaz, söz söyleyemez.

Bir tek Binali Yıldırım’ın, İstanbul’daki oy dağılımı nedeniyle bir miktar gücünün olduğundan söz edebiliriz ama o da Reis’in karşısına bütün vücuduyla çıkmayı göze alabilecek durumda değil.

Belki bu sıkışıklık nedeniyle biraz pazarlık edebilir ama asla hayır diyemez, sözünden çıkamaz.

Erdoğan’ın yerine hazırladığı isim ise kuşku yok ki Berat Albayrak.

En özel toplantılarda bile yanında o var. Bütün önemli gezilerine katılıyor ve oradaki bütün görüşmelerde yanında.

O nedenle Bilal Erdoğan ve Süleyman Soylu, bu parti içinde bir ikbal bekliyorlarsa bunu Albayrak ile çatışarak değil, uzlaşarak yapabilirler gibi görünüyor.

———————————

 

Ateş olmayan yerden duman çıkmaz

 

AKP içindeki “Bilalciler – Beratçılar – Soylucular çekişmesi” bir kulis haberi olarak dün Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı.

Bu haber üzerine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu şöyle bir tweet attı:

“Cumhuriyet gazetesi zihniyeti fitnecidir. Bir Başbakan, iki bakan astılar. 1960’dan beri bütün darbeleri mayaladılar, ancak doyamadılar. Dişlerine kan değdi bir kere.”

Bu bir kulis haberi. Bunların parti içinde de, dışında da konuşulduğu bir sır değil. Süleyman Bey duymadıysa da hatayı kendisinde aramalı.

Unutmamalı ki bir yerden duman çıkıyorsa, orada bir ateş yanıyordur!

Böyle bir haber ile karşılaşan ve bunun doğru olmadığını, kendisine ya da partisine zararı dokunabileceğini düşünen, bir siyasetçi şöyle davranır:

1 – Haberin doğru olmadığını medeni bir üslup ile açıklar. 2 – Bu tür konulara muhatap olmak istemiyorsa duymazdan gelir.

Soylu susmamış ve haberin doğru olmadığını kendisine yakıştırdığı bir üslup ile açıklıyor.

Ama açıklamada kullandığı metaforlar, benzetmeler haberin doğruluğunu düşündürtüyor bana.

Sözleri, Soylu’nun bilinç altında dışa vurulmamış bir liderlik özlemi yattığını gösteriyor.

Kendisini Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan ile kıyaslıyor ki böyle bir özgüven gerçekten ilginç.

“Dişe kan değmesi” metaforu ile de bir mağduriyet yaratma peşinde.

Bunun arkasından neden sağ siyasetin çok sevdiği “kefen edebiyatına” da girmemiş, merak ettim.

Öte yandan Cumhuriyet gazetesinin darbelerin hazırlanışında rolü olduğu iddiası, siyasi tarihimiz hakkında biraz okuması gerektiğinin işareti.

Bu bir halkla ilişkiler dersi sınavı olsaydı, öğretmeni Soylu’ya şunu söylerdi: Otur, sıfır!

——————————-

 

Yargı güvenimizi nasıl kazanacak?

 

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, geçen gün toplanan Yargı zirvesinde bir konuşma yaptı.

Önemli konulara temas etti. Altını çizdiğim sözlerinden biri şöyle:

“Geciken adalet vicdanları yakan bir ateşe dönüşür. Bu ateşi hukukla, hukukun sınırları içinde behemahal söndürmek gerekiyor.”

Bakan Gül, bu amaçla yargılamalarda “hedef süre” uygulamasına geçileceğini de açıkladı.

“Yani artık bir soruşturma başladığında, bir dava açıldığında yargının kum saati de işlemeye başlıyor” dedi.

Bakan Gül’ü yapmak istediği olumlu işler için kutlarım.

Temas ettiği mesele gerçekten çok önemli. İddianamesi bile yazılmadan yıllarca hapiste tutulan insanlar var. Sokakta bir insanı herkesin gözünün önünde öldürdüğü halde davası üç – beş yıl sürenlerin olduğunu da biliyoruz.

Siyasi nedenlerle iddianameleri kasten uzatılanlar, Osman Kavala gibi ayrı bir dert. Adalet sistemimiz ağır işliyor, sebebi savcıların ya da hakimlerin tembelliği de değil.

Dilerim ki bu “hedef süre” uygulaması ile bu sorunun çözümünde önemli bir adım atılır.

Ancak hatırlatmak isterim ki tek sorunumuz bu değil.

Soruşturmalar eksik yapılıyor. Eksik soruşturmayla yazılan iddianame ile adil yargılamanın yapılabilmesi mümkün değil, uzamanın birinci nedeni de bu.

Savcı, iddiasını ispat etmek zorunda ama özellikle siyasi içerikli davalarda suçsuzluğunu ispat etmek sanığa düşüyor.

Savcılar ve yargıçlar özellikle siyasi davalarda “niyet okuyor”.

Somut delillerden değil, söylentilerden, isimsiz ihbarlardan, gizli tanık ifadelerinden yola çıkılıyor.

Birçok davada polis fezlekesi, iddianame haline geliyor.

Bilirkişi kurumu, yargıç yerine geçmiş durumda, aynı davada on ayrı bilirkişi beş farklı görüş ileri sürebiliyor.

Ancak en önemlisi kuşkusuz ki hukuk devleti ilkesinin unutulmuş olması.

Keyfiliğin öne çıkması.

Anayasa’nın, yasaların bizzat yargıç eliyle yok sayılması.

Ve bütün bunlara yol açan şey de siyasi iradenin, yargı gücüne ortak olması.

Bunlar düzelmeden, adalet sistemimiz güvenilir olma vasfını kazanamaz, onu da söylemiş olayım.

——————————-