Birleşmiş Milletler tarafından Filistin’deki insan hakları ihlalleri ile ilgili durumu tespit etmekle görevlendirilen “bağımsız raportör” Francesca Albanese, İsrail ordusunun Gazze’deki eylemlerinin “soykırım” olduğunu raporlamıştı.
Bu nedenle Trump yönetimi tarafından yaptırım listesine de alındığını hatırlatayım.
Uluslararası Ceza Mahkemesi de 2024 Kasım ayında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, eski İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ve Hamas lideri Muhammed Deyf hakkında tutuklama emri çıkarmıştı.
UCM, bu üç kişinin savaş suçları ve insanlık karşıtı suçlar konusunda cezai sorumluluklar taşıdığına ilişkin makul gerekçeler olduğu yönünde karar vermişti.
Bütün dünyanın “barış anlaşması” diye kutsadığı Trump Planı’nın imza töreninden sonra bu konuda “imzacılardan” bir açıklama gelmedi.
Cumhurbaşkanı’nın uçağına doldurulan gazeteci süsü verilmiş maiyet memurlarının ellerine tutuşturulan “sorulabilir sorular” arasında da bu soru yoktu.
Cumhurbaşkanı’nın uçaktaki adamlarına irat ettiği nutukta da bu konuya hiç değinilmedi.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Burhanettin Duran, zirveden sonra yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Şarm El Şeyh’te, Türkiye’nin barış, adalet ve insani değerlere dayalı duruşunu net olarak ortaya koyduğunu” söylemişti.
Bu durumda Netanyahu’nun soykırım ya da insanlığa karşı suçlardan sorumlu tutulması konusunda Türkiye’nin net bir tavrının olmadığını mı anlamalıyız?
İletişim başkanlığı bu konuda lafı çok da dolandırmadan (yani azıcık da olsa dolandırabilir anlamında) net bir açıklama yaparsa hepimiz öğreniriz.
Şarm El Şeyh’teki Trump Barışı’nın imzacılarına genel bir bakış attığımda bu konuda hiç de umutlu olamıyorum.
Öyle görünüyor ki “barış uğruna” 21. Yüzyılın en büyük insanlık suçunun üzerine bir şal örtülecek.
Yiyecek yardımı kuyruğundaki çocukları hedef gözeterek öldüren keskin nişancılar, onlara bu emri verenler evlerinde huzur içinde yaşlanacaklar; öyle mi?
Çoluk çocuk demeden on binlerce sivilin üzerine bombaları yağdıranlar, 21. Yüzyılın ilk büyük etnik temizlik hareketinin peşine düşenler, Şarm El Şeyh imzacıları birlikte iyi fotoğraf verdiler diye unutulacak mı?
ABD Başkanı Trump, “barış” anlaşmasını kutsarken “3 bin yıllık savaşı sonlandırdık” diyordu.
Trump’a özgü bir zevzeklik denilip geçilebilir tabii ama ben yine de merak ettim 3 bin yıldır, kim kiminle savaşıyordu?
Birçok yorumcu ve politikacıya göre “en kötü barış” bile savaşa yeğlenmeli.
Böyle söylüyorlar ki olup biteni sessizce seyretmeye devam edebilelim.
Bu saatten sonra Gazze’de bir halkın kıyımı devam etsin diyecek halim yok.
Ancak unutulan bir şeyi hatırlatmak zorundayım ki Gazze’de bir savaş yoktu.
Ben orada bir savaş görmedim.
Gördüğüm, bildiğimiz bütün askeri ahlak kurallarını bir kenara bırakmış bir ordunun, sivil halkın üzerinde uyguladığı acımasız bir şiddetten başka bir şey değildi.
Bir halkı, kökten yok etmeyi, yok edemediğini de vatanından sürmeyi hedefleyen acımasız bir şiddet!
Buna savaş diyemeyeceğim için imzalanan o şeye de barış diyemiyorum, kimse kusuruma bakmasın.
Öte yandan şunu da unutmamak gerek: Gazze’de ekilen şiddet tohumlarının günün birinde nerede patlayıp, fışkıracağını da asla bilemeyeceğiz.
Dünya barışını tehdit eden önemli çatışma noktalarının ezici çoğunluğunun temelinde Filistin sorunu yatıyor.
İslam coğrafyasında yaşayan halkların kendilerini ezilmiş hissetmelerinin gerisinde de bu var.
Hamas, IŞİD, El Kaide gibi terör örgütlerinin İslam coğrafyasının önemli bölümünde kendileri için meşru bir zemin bulabiliyor olmalarının nedeni de bu “ezilmişlik” hissi.
Radikal İslamcılardan tutun da Orta Doğu’nun bütün diktatörlerine kadar herkesin tepe tepe kullandığı şey Filistin’de insan onuruna yakışır bir barışın bugüne kadar sağlanamamış olmasıdır.
Filistin sorunu çözülmeden, bütün bu coğrafyaya egemen olan psikolojinin düzelmesine, radikal akımların yenilmesine imkân yoktur.
Bu gerçeği Hamas’ın hangi amaca hizmet etmek için yaptığını kimsenin anlayamadığı utanç verici vahşet de örtemez, Netenyahu hükümetinin fırsat bu fırsattır diye yaptığı soykırım da!
Filistin’de insanlar kendi topraklarında esir hayatı yaşıyor, hatta o esir hayatını bile doğru dürüst yaşamalarına izin verilmiyor.
Hâlâ böyle, Şarm El Şeyh’ten sonra da bir şey değişmedi!
Bu derece aşağılanmayı hiçbir halk hak etmez ve bunun yarattığı yenilmişlik duygusu silinmeden de Ortadoğu’ya huzur gelmez.
O ezikliği bir nebze yatıştıracak şey Netanyahu ve adamlarının yaptıklarının hesabının sorulması olabilir.
Bu yapılmadan kimse yatağında rahat uyuyabileceğini zannetmesin, Filistin’de sorun olduğu yerde durmaya devam ediyor!
———————————-
