Mehmet Yakup Yılmaz Body Wrapper

Yayın yasağı teröriste yarar

Yayın yasağı teröriste yarar

İstanbul İstiklal Caddesi’nde patlayan “şeyin” ne olduğunu, yazıyı yazdığım saatte bilmiyordum.

Ancak ölenler ve yaralananlar olduğunu biliyoruz, İstanbul Valisi patlamada 6 kişinin yaşamını yitirdiğini, 53 kişinin de yaralandığını duyurmuştu.

Diliyorum ki daha fazla can kaybı yaşanmasın, yaralılar da bir an önce sağlıklarına kavuşsunlar.

Patlamanın hemen ardından “yayın yasağı” getirildi.

RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, “Lütfen kaynağı belirsiz bilgilere itibar etmeyelim, güvenli kaynaklardan bilgi sahibi olalım. Farkında olmadan yanlış bilgiyi yaymayalım” dedi.

İlk bakışta çok akıllıca görünüyor.

“Farkında olmadan yanlış bilgileri yaymamamız için yayın yasağı getirildiğini” anlıyoruz.

Ancak bu tam olarak yumurtadan çıkan tavuğun yumurtayı çıkardığını da gösteren bir yasaklama.

Eğer böyle durumlarda yayın yasağı getirirseniz “fısıltı gazetesinin” tirajının artmasını engelleyemezsiniz.

Böyle durumlar pusuda yatan dezenformasyon kaynaklarının işine yarar.

Evrensel kurallara uyarak haber vermeye çalışanların sesini keserseniz, bunları umursamayanların volümünü yükseltirsiniz.

Mesela Cevheri Güven isimli Fetullahçı çete mensubunun dezenformasyon videolarının izleyicilerinin giderek artıyor olmasının nedeni budur.

Erdoğan rejimi, medyayı kendine bağlamak ve tek sesli bir ortam yaratmak için kamu bankalarının kredi olanaklarını ve kamu ihalelerini kullanarak büyük bir operasyon yaptı ama varabildiği yer kimsenin güvenmediği bir medya ortamı oldu.

İstiklal Caddesi’ndeki patlama gibi büyük olaylarda, kamuoyu gerçek bilgiye ulaşabileceği geleneksel merkez medyaya ulaşabilme olanağını böylece kaybetti.

O yayınları yönetebilmeleri için gerekli tek vasıfları “yalakalık” olanların düşük zekâ ürünü gazete ve tv haberleri, yeminli rejim yandaşları dışındaki herkesin haberlere kuşkuyla yaklaşmasına yol açtı.

Dünyanın her yerinde, ülkeyi yönetenler, okuyucu nezdinde prestiji olan yayınların hayatta kalmalarının ülkenin yararına olduğunu bilirler.

Gazetecilik, tanımı gereği muhaliftir, eleştirel olmalıdır ancak zamanında verilen doğru haber, ülkelerin yararına olduğu için ülkeyi yönetenlerin de yararınadır.

Türkiye’deki rejimin anlamaya zekâsının yetmediği durum budur.

Yayın yasağı getirerek neyi koruduklarını bile bilmiyorlar.

Yayın yasağı, gerçek bilgiye ulaşılmasını engeller.

Dezenformasyonun halkın kulağına ulaşabileceği bin türlü yola sahip olduğunu kavrayamıyorlar.

——————————

“Akıllarını gerektiği gibi kullandılar” mı?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, eski YSK üyelerine “ahmak” dediği iddiası nedeniyle açılan dava, beklediği gibi yürüyor.

Bu davanın açılması ile ilgili talimatı veren irade, davanın sürüncemede bırakılmasını da istemiş olmalı ki duruşma bir ay sonraya ertelendi.

Savcı, İmamoğlu hakkında 4 yıl hapis istiyor. Bunun bir sonucu da İmamoğlu’nun siyasetten yasaklanması olacak.

Böyle davalar aslına bakarsanız, hukuk çerçevesinde yürürse eğlenceli davalar olabilir.

Bir dava vesilesiyle eğlenme hakkımızı neden elimizden alıyorlar, doğrusu çok üzgünüm.

İmamoğlu her ne kadar YSK üyelerine “ahmak demedim” diyorsa da YSK üyeleri “hayır, bize ahmak dedin” diyorlar.

İmamoğlu’nun söz konusu konuşmadaki hedefinin Süleyman Soylu olduğu bence çok açık ama ben hâkim değilim YSK üyeleri de ısrarcı, “hayır, ahmak sıfatı yakıştırılanlar bizleriz” diyorlar.

Bu durumda “ispat hakkı” vermek gerekmez miydi diye merak ettim.

Çünkü bir sözün hakaret olup olmaması, o sözün muhatabının bunu nasıl algıladığı kadar, o sözü söyleyenin niyeti ile de ilgilidir.

Olayımızda aynı zarfın içinden çıkan dört oydan üçünün geçerli, birinin geçersiz sayılması gibi kolayca açıklanamayacak bir durum var.

Zarfların içine oyları koyanların tek tek kimler olduğunu da bilmiyoruz, çünkü zarfların üzerinde oyları kullananların isimleri yazmıyor normal olarak.

Bu durumda önlerine gelen bu itirazda, YSK üyeleri nasıl karar verebildiler?

Aynı zarftan çıkan üç oyun normal olduğu, bir oyun ise anormal olup, iptal edilmesi gerektiği kararını nasıl bir akıl yürütme süreci sonunda verdiler?

Bunu bilmiyoruz.

“Ahmak” kelimesini kullandığımızda TDK Büyük Türkçe Sözlük’e göre “aklını gereği gibi kullanamayan” birisini kastediyoruz.

“Bön, budala, aptal” gibi başka anlamları da var ama zaten bir kelime birçok anlam taşıyabilir, hangi anlamın kastedildiğini cümle içindeki kullanımından anlarız.

Zaten iyi sözlüklerde de bu nedenle kelimelerin anlamı açıklandıktan sonra cümle içinde nasıl kullanıldıkları ile ilgili örneklere yer verilir.

Aynı zarftan çıkan dört oy pusulasından üçünün geçerli, birinin geçersiz olduğuna karar veren birisi aklını tam olarak kullanabilmiş midir, kullanamamış mıdır?

Mahkeme bunu araştırmalıydı.

Bir “bilirkişi” gerekiyorsa bu bilirkişi de edebiyatçı olmalıydı, hukukçu değil.

Savcı ve YSK üyeleri madem “ahmak” sözüyle kastedilenin kendileri olduğuna inanıyorlar o vakit bunu ispat etmesi için İmamoğlu’na bir şans vermelilerdi.

“Akıllarını gereği gibi kullanıp kullanmadıklarının” zanlı tarafından ispatı için.

Kim bilir belki de YSK üyelerinin bu şikâyeti yaparak “akıllarını gerektiği gibi kullandıklarını” da ispat etmek mümkün olabilirdi.

Zamanın ruhu ve yaşadığımız siyasi ortam, YSK üyelerinin bu şikayetle “akıllarını gerektiği gibi kullandıklarını” da gösteriyor olabilir mi?

———————————–